12 Haziran 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - ALLAH'I ÇOK ZİKREDİN!


Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - ALLAH'I ÇOK ZİKREDİN!



Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

(İNŞALLAH ARTIK HER CUMA SABAHI RAHMETLİ ESAD COŞAN HOCAEFENDİNİN SOHBETLERİNDEN DERLEDİĞİMİZ KISA BİR BÖLÜMÜ PAYLAŞACAĞIZ...)

HAYIRLI CUMALAR



ALLAH'I ÇOK ZİKREDİN!


Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah cümlenizden razı olsun... Cümlenizi rahmetine erdirsin... Hem dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar olun...

Sevdiğimiz bir kardeşimiz bizi davet etti, evine geldik. Kitabı kendisine verdik, "Aç bir sayfa!" dedik. O da bize bir sayfa açtı. Buradan birinci hadis-i şerifi okuyorum.

a. Her Yerde Allah'ı Zikredin!

Peygamber SAS Efendimiz Atâ ibn-i Yesar'dan mürsel olarak Ahmed ibn-i Hanbel'in rivayet ettiğine göre, buyurmuş ki:


RE. 67/1 (Üzkürullàhe inde külli hacerin ve şecerin) buyurmuş. Birinci hadis-i şerif zikirle ilgili.

Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(Üzkürullàh) "Allah'ı zikredin! (İnde külli hacerin ve şecerin) Her ağacın yanında ve her taşın yanında Allah'ı zikredin!"

b. Zikr-i Hafîye Devam Edin!

İkinci hadis-i şerifi de okuyalım:


RE. 67/2 (Üzkürullàhe zikran hàmilen. Kîle: Ve mez-zikrül-hàmil? Kàle: Ezzikrül-hafiyyü)

Bu da Abdullah ibn-i Mübârek'in kitabından. Çok sevdiğim mübarek bir alim, babasının ismi gibi... Onun kitabından naklen veriyor Gümüşhàneli Hocamız (Rh.A):

(Üzkürullàhe zikran hàmilen) "Zikr-i hàmil ile Allah'ı zikredin!" Hàmil, hı harfi ile, az sesle mânâsına. "Allah'ı az sesle zikredin!"

Denildi ki: (Kîle: Ve mez-zikrül-hàmil?) "Bu aşağı sesle zikir nasıldır?.." (Kàle: Ezzikrül-hafiy) Hafî olan, saklı olan zikirdir." buyurdu.

Şimdi bu iki hadis-i şerifte zikrin her ağacın, taşın yanında yapılması ve sessiz olarak yapılması tavsiye edilmiş oldu.

Şimdi zikir kelimesini kısaca açıklayalım: Arapçada zikr kelimesi, zekere-yezkürü fiilinin masdarıdır. Zikretmek demek; anmak, hatırına getirmek, hatırında tutmak, hatırında olması demek.

Allah'ı zikretmek demek, Allah'ı hatırına getirmek, hatırında olması demek. Zikirin mukabili olan fiil nedir, yâni anmamak, hatırlamamak nedir?.. O da nesiye-yensâ-nisyan; hatırlamamak, unutmak mânâsına geliyor.

Demek ki zikir, mefhum-u muhàlifi ile anlatacak olursak, unutmanın zıddı, unutmamak, hatırlamak mânâsına gelen bir kelime. Allah'ı zikretmek de, Allah'ı hatırında tutmak, Allah'ın hatırında olması demek oluyor.

Tabii insan, dünya içindeki meşguliyetleri dolayısıyla, işi gücü, gelen giden, konuşmalar, sohbetler, gözünün, kulağının takındığı meşgaleler dolayısıyla bu işi yapamaz. Hattâ unutur, aklına gelmez, gelmeyebilir. Ama tabii, mü'min kullar bu hatırında olmayı çok yapmak sevaplı diye, buna gayret ederler. Tefekkür ederler, muhasebe-i nefis yaparlar. Yeri göğü incelerken, olaylara, varlıklara bakarken, kelebeklere, çiçeklere, böceklere bakarken, "Bunu Rabbim yaratmış !"diye Allah'ı hatırlarlar.

Olayları gördükleri zaman, karşılaştıkları zaman, "Bu benim Rabbimin takdiridir." derler. Yhani Cenâb-ı Hakk'ın yarattığı varlıklar ve Cenâb-ı Hakk'ın yaptığı işler, çevresinde olup bitenler, olanlar, ölenler dolayısıyla, çok çok Cenâb-ı Hakk'ı hatırlar.

Tabii makbul olan, Cenâb-ı Hakk'ın hep insanın hatırında olması ve öylece Cenâb-ı Hak hatırında iken Cenâb-ı Hakk'ın rızasına uygun hareket etmesidir. Yâni Cenâb-ı Hakk'ı hatırlayacak, "Rabbim, alemlerin Rabbi Allah-u Teàlâ Hazretleri beni görüyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri her yerde hàzır ve nâzır, sözlerimi işitiyor. Melekler benim yaptıklarımı kaydediyorlar. Allah beni hesaba çekecek." diye, her işini Cenâb-ı Hakk'ın rızasına uygun yapmağa çalışır. Yâni hatırında tutmaktan maksat, itaat etmektir. Rızasını kazanmak için, tam Cenâb-ı Hakk'ın istediği gibi hareket etmektir.

O bakımdan, "Bir insan Allah hatırında olsa da günah işlese, zikretmiyor sayılır." buyruluyor hadis-i şeriflerde. Hattâ elinde tesbih olsa, veyahut hatırında Allah olsa; Allah'ı düşünüyor ama, yine de o günahı işliyor... O zaman zikretmiyor demektir. Hadis-i şeriflerde Peygamber Efendimiz, bunu açıkça beyan eylemiştir.

Demek ki, hatırlamaktan murad, itaat etmektir. Kulluğu güzel yapmaktır, rızasına uygun davranmaktır.

Bu hakîkî hatırlama, yâni hûş der dem; her nefes alış verişte şuurlu olmak, Cenâb-ı Hakk'ın kulu olduğunu bilmek, ona karşı kulluk görevini doğru yapması gerektiğini bilmek için, her an bunu düşünmesi için, hatırından kaçırmaması için, tesbih çekmek, yâni zikir kelimelerini tekrar tekrar söylemek de bir çaredir. Böyle yaptıkça, yavaş yavaş, yavaş yavaş, bu zorlamalı, itmeli kakmalı olan hatırlama, zikreden insanda dâimî bir hal haline gelir. O zaman devamlı Cenâb-ı Hakk'ı hatırında tutan, onu düşünen, her yaptığı işi Allah için yapan bir insan haline gelir.

Onun için denmiştir ki:


(Ez-zikru bit-tezekküri) "Cenâb-ı Hakk'ın insanın yadında olması, hatırında olması, zikir işine çalışmakla olur, kendisini zorlamakla olur." denmiştir.

Onun için Peygamber SAS, bizlere sahih hadis-i şeriflerde çeşitli zikirleri tavsiye etmiştir. Günde yüz defa "Lâ ilâhe illallah" deyin! Cenâb-ı Hakk'ın isimlerini zikredin!

"Sübhànallàhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallahu vallàhu ekber... Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm"i yüz defa söyleyin. Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlarını belirten cümleciklerden oluşan bir ibare bu.

"Sübhànallàhi ve bihamdihî, sübhànallàhil-azîm ve bihamdihî" deyin!

Böyle çeşitli hadis-i şeriflerde, yüzlerce hadis-i şerifte bize bu zikirleri tavsiye etmiştir. Neden?..

Bunlarla meşgul olarak zikir insana yerleşir ve insan zamanla, hep Cenâb-ı Hakk'ı düşünen, her işini Cenâb-ı Hakk'ın rızası için yapan bir insan haline gelir. Bu zorlamanın sonunda zorlama kalkar, tabii bir hal haline gelir. Her zaman, aldığında, verdiğinde, kızdığında, sevdiğinde, her düşünce, söz, iş ve faaliyetinde Cenâb-ı Hakk'ı düşünerek, Cenâb-ı Hakk'ın rızasına uygun hareket eden bir insan haline gelir.

Onun için burada da, birinci okuduğum hadis-i şerifte, "Her taşın, her ağacın yanında Allah'ı zikredin!" diye buyuruyor. Tabii taş çoktur, ağaç da çoktur, her zaman insan karşılaşır. Böylece Cenâb-ı Hakk'ı çok zikretmek tavsiye edilmiş oluyor.

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de ayet-i kerime açıkça çok kelimesini kullanmış. Bismillâhir-rahmânir-rahîm:


(Yâ eyyühellezîne âmenüzkürullàhe zikran kesîrâ.) "Ey iman edenler! Allah'ı çok şekilde zikredin, çok zikirle zikreyleyin! (Ve sebbihhu bükreten ve esîlâ.) Sabah akşam ona tesbih eyleyin!" diye çok zikretmeyi beyan etmiş. Bu hususta pek çok ayet-i kerime var. 80-90 kadar ayet-i kerime hatırlıyorum. Yüzlerce hadis-i şerif var.

O halde, demek ki zikretmek Kur'an'ın emri, Peygamberimizi'in emri, sünnet-i seniyyenin gereği, hakîkî müslümanın şânı oluyor.

Münafıklar hakkında da buyruluyor ki:


(Ve izâ kàmû iles-salâti kàmû küsâlâ.) "Namaza kalktıkları zaman istemeye istemeye, tembellene tembellene kalkarlar. (Yurâûnen-nâs) İnsanlara gösteriş yaparlar. (Ve lâ yezkürûnallàhe illâ kalîlâ.) Allah'ı anmazlar, ancak az anarlar." Yâni çok az anıyorlar.

Demek ki, bizim zamanımızdaki bazı zavallı müslümanlar, dereceyi münafıklardan da aşağı düşürmüşler ki, hiç zikretmiyorlar. Münafıklar az zikrediyor diye Kur'an-ı Kerim'de bildiriliyor. Ama bizim zamanımızın sözde müslümanları, ortada yalancı pehlivan gibi peşrev yapıp dolaşanlar, hiç zikretmiyorlar. O daha da acı oluyor.

Sonra, bu zikrin gösteriş için olmaması esas olduğundan, insanın kendisiyle Rabbi arasında bir mesele olduğundan dolayı da, ikinci hadis-i şerifte zikrin gizlice yapılması, yâni bakanın anlayamaması, dinlemek isteyenin duyamaması şeklinde yapılması tavsiye ediliyor.



Zikrin sevabı çok fazladır. Bütün sevaplı amellerin başında, en sevaplı iş olarak gelir. Hattâ bütün ibadetler de zikirle olursa, çok sevaplı olur; zikirsiz olursa, az sevaplı olur.

Savaşıyor; zikirle olursa, sevabı çok olur. Namaz kılıyor, zikirli olursa, uyanık bir hàtır ile olursa, sevabı çok olur. Oruç zikirle olursa, sevabı çok olur. Hac -- işte tefsir sohbetlerimizde okuyoruz-- ihrama girip Lebbeyk çektiği andan Arafat'a, Müzdelife'ye, Mina'ya kadar, tavafta ve sâirede tamâmen, tepeden tırnağa zikirdir.

Onun için ibadetler de zikirle daha güzel oluyor, hakîkî oluyor ve sevabı çok oluyor.

Tabii, her ibadetin sevabı var, ücreti var; yapılan ibadete göre Cenâb-ı Hakk'ın mükâfâtı var. Meselâ, Allah yolunda infak etmek, bire yediyüz mislidir sevap. Kesenin ağzını açıyorsun, Allah yolunda paranı veriyorsun. Bir verdiğin zaman, yediyüz vermiş gibi, yediyüz misli mükâfât veriyor Cenâb-ı Hak... Ama zikrullah, bundan da yüz kat fazladır: Bire yetmişbin... Hadis-i şerifte kesin olarak bildiriliyor, böyledir.

Zikr-i hafî de, yâni gizlice içinden zikretmek de, bunun yetmiş kat fazlasıdır. Yâni dört milyon dokuzyüzbindir.

Tasavvuf kitaplarında anlatılan bir hususu beyan etmem lâzım. Tasavvuf kitaplarında zikir üç mertebede anlatılır.

1. Zikr-i cehrî: Yüksek sesle, duyulabilir, görülebilir şekilde zikretmek. Bu adam zikrediyor işte, banda alabilirsiniz, duyabilirsiniz, görebilirsiniz. Bu zikr-i cehrî... Cehren, yâni âşikâre olarak zikir yapıyor.

2. Zikr-i hafî: Bizim namazda sûreleri, tesbihleri içimizden söylediğimiz gibi. Yâni kendimiz duyacak kadar, çok alçak bir sesle zikretmek olarak tarif ediliyor. Fısıltı şeklinde de olsa, yine bir ses çıkıyor, dudak kıpırdıyor. Kulağını çok yanaştırırsa, duyabilir.

Meselâ, Peygamber Efendimiz Berat Gecesi'nde secdeye kapanmış, yarı geceye kadar bir secdesini devam ettirmiş. Sonra kalkmış, doğrulmuş, bir daha secdeye gitmiş. Gecenin öbür yarısında devam etmiş. O secde esnasında da dualar eylemiş. Hazret-i Âişe Vâlidemiz kulağını yanaştırınca, ne dualar ettiğini duymuş. Yâni yüksek sesli değil, hafif sesli mânâsına.

3. Zikr-i kalbî: Hiç duyulmayan, belli olmayan zikre de zikr-i kalbî derler. Yâni, ağzını kapat, dilini de kıpırdatma, sesini de çıkartma, içinden "Allah... Allah..." de!

Tabii, bunu kimse bilmez, melekler de bilmez; Cenâb-ı Hak bilir sadece. O zaman bu zikrî kalbî, gönülden zikir oluyor. Bunun hiç sesi duyulmuyor.

Bu üç mertebede olur. Allàhu a'lem, buradaki zikr-i hafîden maksat, ez-zikrül-hàmil dendiğine göre, fısıltı şeklinde mânâsına olabilir.

Peygamber SAS Efendimiz, haccedenlerin yüksek sesle zikrettiklerini duyduğu zamanda, hacda onlara ihtarda bulunmuş:

"--Ey insanlar! Böyle bu kadar bağrışıp çağrışmayın! Çünkü siz uzakta olan bir kimseye seslenmiyorsunuz. Cenâb-ı Hak her yerde hàzır ve nâzır." diye onları sekînete davet etmişti.

Onun için, müslüman namaza giderken yavaş yavaş, ağır ağır, vakarla yürür. Zikri yaparken, ölçülü bir şekilde yapar. Çok yüksek sesle olmaz.

Senelerce önce bu diyarda gezerken, bir şehre gelmiştik. Orada bir camide zikir yapıldı. Beni bir arkadaş gezdiriyordu, şimdi Konya'da. O dedi ki:

"--Hocam, ömrümde ben bu kadar bağırtılı, çağırtılı zikir görmedim!" dedi.

Hakîkaten insanlar öyle terlemişlerdi ki, ceketleri bile ıslanmıştı. Bir de hoplayarak, böyle hareket ederek zikir yapmışlardı. Demek ki burada, Peygamber Efendimiz çok gürültülü olmayan, sessiz bir zikri tavsiye ediyor.

Zikr-i kalbî ise, bunun en ileri mertebesi olmuş olur. Sesin alçaltılması, riya olmasın diyedir. Onu hiç kimse bilmediği için, tamamen kalbinden olunca hiç kimse duymayacağı için, riyadan en uzak şekli o olduğundan, onun da mükâfâtı daha fazla olur.

Allah-u Teàlâ Hazretleri okuduklarımızı, dinlediklerimizi anlayıp kavramayı, sevip uygulamayı nasib eylesin... Böylece kendisinin rızasını, Peygamber Efendimiz'in hoşnutluğunu, sevgisini kazanmayı cümlemize müyesser eylesin...

Habib-i Edibi'nin sevdiği, Allah'ın razı olduğu kullar olarak, iyi mü'min olarak yaşayıp, İslâm'a ve müslümanlara güzel hizmetler edip, ömrümüzü hayırlı, bereketli geçirip, şöyle iman-ı kâmil ile ahirete göçüp, Rabbimizin huzuruna sevdiği razı olduğu kul olarak varmayı Allah cümlemize nasib eylesin...

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

17. 11. 2000 AKRA Fm CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************



ÇALIŞTIĞIM YILLARDA BU ZİKİR İBADETİNİ ÇOK YAPARDIM.
ARABADA İŞE GİDERKEN HER SABAH
100 SALAVAT, 100 sübhanallahu vebihamdihi DERDİM.
10 DK DUA EDERDİM... VS.

HAYIRLI CUMALAR
 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder