21 Haziran 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İslâm âlimlerine bağlanmak…

Hekimoğlu İsmail - İslâm âlimlerine bağlanmak…



Hekimoğlu İsmail
 

İslâm âlimlerine bağlanmak…

 
 
İstanbul suları, barajlardan ve göllerden gelir. Hiç kimse kal­kıp da barajdan su içmeye gitmez. Barajın suları, borular vasıtasıyla evlere gelir, herkes suyu musluktan içer.
 
 
Asr-ı saadet, baraj hükmündedir. İslâm âlimleri, sünnet-i seniyyeyi bizlere taşımaktadır. Abdulkadir Geylani, Cüneydi Bağ­dadi, İmam-ı Rabbani ve Gazali gibi ne kadar âlim varsa, hepsinin üstünlüğü ve bizlerin de onlara bağlılığı, sünnet-i seniyyeye ittibalarından ileri gelmektedir.
 
 
Mesela Cumhuriyet devrinde çok kere resmî makamlarca sorul­muştur: “Neden Süleyman Efendi’nin, neden Said Nursi’nin, ne­den Abdulhakim Arvasi’nin peşinden gidiyorsunuz?”
 
 
Onlar şunu demek istiyor: “Bunlar da insan, siz de insan­sınız, neden onların peşinden gidiyorsunuz?”
Evet, ismi geçen şahıslar bizim gibi etten kemikten yaratıl­mıştır ve bizim gibi insandır. Onların üstünlüğü sünnet-i seniyyeye ittibalarındandır. Demek ki biz zahirde bir insanın, bâtında sünnet-i seniyyenin peşinden gidiyoruz. Mesela beni de sorguya çekip, neden Kürt Said’in peşinden gidiyorsun?” diye sormuşlardı. Dedim ki, “Efendim, ben onun peşinden gitmiyorum. O beni peşine taktı, sürüklüyor!”
 
 
Zaman gösterdi ki İslâm âlimleri benliklerini mıknatıs hük­müne getirmişler; kahvedeki, meyhanedeki, bardaki insanla­rı çekip, camiye, derse, ibadete sevk etmişler. Pek çok insandaki süflî huyları silip, onların yerine ulvî İslâm ahlâkını yerleştirmişler. Bunları gözlerimizle gördük. Adam geçmiş hayatında her türlü günaha bulaşmış amma gün gelip de bir âlimin talebesi olduğunda diyor ki, “Artık günah işlemek, ateşe düşmek gibidir.”
 
 
Bir kısım gençlerin heyecanı ve enerjisi stadyumlarda, park­larda, plajlarda tüketilebilir. Pek çoğu da bâtıl ve ya­bancı ideolojilerin peşinde gitmektedir. Çeşitli ideolojiler uğruna diplomasını, makamını, servetini, şerefini, haysiyeti­ni, akrabalarını ve hayatını feda eden insanlar varken, neden bir kısım mü’minler İslâm yolunda gayret sarf etmesinler?
 
 
Zaman oluyor ki futbol kulüplerini tutanlar, dini tutanlardan daha gayretli ve daha fedakâr oluyor. Sabahın erken saatin­den stadyumun önünde kuyruğa girenler, stadyumda sabah­tan maç zamanına kadar bekleyenler... Maç sırasında heyecanı doruğuna çıkanlar... Kulüp aşkına vuruşanlar, ölen­ler, yaralananlar...  Böylesine gayret gösteren kaç dindar vardır?
 
 
Hiç leyleklerin, serçelerle veya martılarla uçtuğunu gördü­nüz mü? Her kuş kendi sürüsüyle uçar. Ey Müslümanlar, Müs­lümanlarla beraber olun, adetullah budur. Adetullaha ittiba eden muvaffak olur.
Polisin emrini dinleyen, içişleri bakanının emrini dinlemiş gibidir. Teğmene itaat eden, genelkurmay başkanına itaat et­miştir. Bunların bütünü ile devlet ortaya çıkar. İlmiyle amil olan âlime tabi olmak, Resulullah’a tabi olmaktır. Resulullah’a tabi olmak da Allah’a itaat etmektir. Çünkü Resulullah Allah’ın emrindeydi.
 
 
Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer gibi İslâmî ilimlerde ileri giden âlimlerimiz, herhangi bir âlime tabi olmadan, doğrudan doğ­ruya ayet ve hadis ile amel edebilir. Fakat İslâmî ilimlere sa­hip olmayanlar, bir âlime tabi olmak zorundadır. İslâmiyet’i den­gesiz yaşayanlara dikkat ettiğimde bunların bir âlime teslim olmayan kimseler olduğunu gördüm.
 
 
Asrımızın hastalıklarından biri de “Ben bilirim!’’ demektir. Özellikle 30 yaşa kadar bu hastalık bütün şiddetiyle devam ediyor. Ben bilirim diyen, bilenleri kenara atar, kendi de ek­seriye sırat-ı müstakimin dışında kalır, Allah muhafaza bu­yursun.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder