20 Kasım 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Ne Mutlu Şu Kimseye ki...

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN -  Ne Mutlu Şu Kimseye ki...

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Ne Mutlu Şu Kimseye ki...

(Fetbâ limen şegalehû aybühû an aybi gayrihî) "İşte öyle yapıp da, kendi aybını düşünüp de ayıpları üzerinde çalışan, başkalarının aybıyla uğraşmak yerine kendi ayıbıyla uğraşana ne mutlu! Kendi ayıbıyla uğraşması, başkalarının aybını görme ve aybını arama kötü huyuna kendisini düşürmeyenlere ne mutlu!.."

Tabii ister istemez çevremizdeki kimselerin ayıpları gözümüze takılır. Ama düşünelim ki, bizim de ayıplarımız var. Başkalarının ayıbıyla uğraştığı zaman, insan günaha girer. Söylediği zaman gıybet olur. Ama kendi ayıbıyla uğraşması lâzım! Çünkü kendi ayıbıyla kim uğraşacak? İnsan kendisini düzeltmeye çalışmazsa, kim gelip düzeltiverecek onun kusurunu?..

Binâen aleyh, insan başkasının ayıbını gördüğü zaman, derin derin kendi ayıbını düşünmeli! "Bende daha fazlası var, ben bunu düzelteyim!" diye uğraşmalı. İşte böyle, "Kendi ayıbı ile uğraşması başkasının ayıbına bakmaktan kendisini alıkoyana ne mutlu!" diyor. Böylesini tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz. Yâni, "Kendi ayıplarınıza bakın!" diyor.

--Pekiyi kendi ayıbımıza bakacağız, kendimizi düzelteceğiz. Yeri gelince başkasının ayıbını da söylemeyelim mi?..

Tabii o da bir kural. İslâm'da emr-i ma'ruf, nehy-i münker var... Nasihat var, hakkı tavsiye var, sabrı tavsiye var. Tabii o da yerine göre olacak ama, asıl düzeltilecek olan kendimiziz. Kendi ayıplarımızı düşünmeli ve düzeltmeye öncelik tanımalıyız.

(Tbâ limen zelle fî nefsihî min gayri menkasatin) "Kendisinde noksanlık olmadığı halde, nefsinde kendi kendisini hor hakir görene ne mutlu!.." Yâni insan faziletli bile olsa, daha faziletli, daha kâmil insanları düşünüp kendisi tevazûya sarılacak; kendi nefsinde kendisini dev aynasında görmeyecek, küçük görecek; kusuru olmasa bile..

(Ve tevâdaa lillâhi min gayri meskenetin) "Ve Allah rızası için ne mutlu tevazu gösterene; miskinliğe düşmeden..." veyahut "Miskinlik hali olmasa bile, yâni kendisi yüksek izzetli, itibarlı bir kimse bile olsa, ne mutlu tevazu gösterene!" mânâsına da düşünebiliriz.

(Ve enfaka mâlen cemeahû min gayri ma'sıyeh) Bunlar hep ne mutlu kelimesi başına eklenecek durumlar. "Ne mutlu topladığı malını mâsiyete, günaha harcamayanlara!.." Çünkü para iki yere sarfedilir: Ya sevaplı yere sarfedilir; insan hayır yapar, zekat verir, sadaka verir, dua alır, sevap kazanır... Ya da keyfe, zevke, içkiye, kumara, eğlenceye, çalgıya, saza, söze, işrete, iyş u nûşa harcar; o zaman da günah olur. "Ne mutlu topladığı malı, günah olmayan yere harcayana!" diyor Peygamber Efendimiz.

(Ve rahime ehlez-zülli vel-meskeneh) "Ve ne mutlu böyle hakikaten düşkün, miskin insanlara acıyanlara!.." Etrafımıza bakacağız, düşkün insanların düşkünlüğünü düşüneceğiz.

Bazen o düşkün insanların mazisini bilseniz, hayret edersiniz, aziz ve sevgili izleyiciler! Meselâ ben ortaokuldayken, bizim okuduğumuz ortaokulda garip bir adam vardı. Her halde bahçıvanlık işleriyle filân meşgul oluyordu. Biz tarım dersinde sınıfa saksı getiriyoruz öğretmenimiz söyledi diye. İçine sümbül soğanı dikiyoruz. Sümbül büyüyor, pembe, güzel kokulu filan. Hem sınıfımız süsleniyor, hem de biz tarım dersinde uygulama yapmış oluyoruz.

Bakıyoruz, saksılar gitmiş. "Bu yarı meczub bahçıvan alıp götürüyor!" diye öğretmene söyledik. "Çocuklar, biliyor musunuz o sizin beğenmediğiniz insan, bir zamanlar bu okulda öğretmendi. Çok akıllı uslu, efendi bir kimseydi ama, insan her zaman aynı durumda olmuyor. Allah bu duruma düşürmesin..." dedi. Acımışlar da, onu bahçıvan kadrosunda idare ediyorlar. Yoksa bayağı itibarlı bir öğretmenmiş.

Neden böyle durumlara düşer insan?.. Aklı gider, sıhhati gider, ihtiyarlar... Bazen zeginken malı kaybolur, fakir düşer. Bazen başka sebeplerden... Öyle düşkünlere de acımak lâzım! Me mutlu fakirlere, düşkünlere, güçsüzlere acıyanlara!..

(Ve hàleta ehlel-fıkhi vel-hikmeh) "Fıkıh ve hikmet ehli ile oturup kalkanlara da ne mutlu!" diyor Peygamber Efendimiz. O da bize bir işarettir. Kiminle ahbaplık edeceğiz, kimin sohbetine gideceğiz; kim bizim ziyaretimize gelecek, nerede toplanacağız, kimlerle toplanacağız?.. İşte Efendimizin tavsiyesi. Ehl-i fıkıh ve hikmetle, yâni dini bilgisi derin olan, sezgisi, anlayışı, kavrayışı da doğru olan ve sözleri, hareketleri, hâli hikmetli olan kimselerle oturup kalkmak lâzım!..

Yâni hafif meşreb, dini bilgisi olmayan, fısk u fücur erbabı, günaha dalmaktan çekinmeyen insanlarla ahbaplık ede ede insan ne yapar? Günahlara dala dala, yoldan çıkar, raydan çıkar; sonra kendisi de çok tehlikeli durumlara düşer. Dünyası, ahireti büyük zararlara uğrayabilir.

Onun için, ehl-i fıkıh ne demek?.. Dini iyi bilen ve dinin ruhunu iyi kavramış, derinlemesine dini ahkâmı iyice doğru anlamış kimse demek. Çünkü herkes bir laf söylüyor. Hele bu gün 21. Yüzyıl'da herkes kendi yaşantısını beğeniyor. Tabii kendi yaşantısı bozuk, İslâmî olmayan bir yaşantı. Dış tesirler altın kalmış, bozulmuş, ahlâkı tefessüh etmiş. Bizim dînî ahlâkımızı bırakmış, giyimi, yemesi, içmesi, ailevî ilişkileri, komşuluk ilişkileri, ticaret vs. hepsi İslâm ahlâkına aykırı, kötü ve çirkin. Şimdi o diyor ki:

"--Bence din şöyle olmalı, böyle olmalı!.. Beş vakit namaz yok, oruç bilmem şöyle, hac böyle..."
Yâni dinin farz diye, "İslâm'ın şartı nedir?" çocuklara küçükten öğrettiğimiz ana esasların her birisine dil uzatıyor. "Şu değişmeli, bu böyle olmalı..." diyor.

Halbuki dinde Allah'ın emri tutulur. Yâni kulun kendi keyfi uygulanmaz ki... Tabii böyle bilmeyen insanların toplantısına giden, onlarla düşüp kalkan insan da, sonunda onlar gibi düşünmeye başlar, kendisi zarar eder. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın kullara ihtiyacı yok, kâinâta ihtiyacı yok, alemlere ihtiyacı yok; Ganiyyun anil-àlemîn... Kulların yaratanlarına, Mevlâlarına sonsuz ihtiyaçları var, kulluk yapmaları lâzım!.. Edepsizlik yaparlarsa, cezayı kendileri çekerler. Cenâb-ı Hakk'ın azametine, saltanatına bir noksan gelmez.

Onun için, kişi kendisini kurtarmaya çalışacak. Kurtuluşun yolu da dini doğru bilen, edepli, ahlâklı, hikmetli, dürüst, ağır başlı, gafur, engin bilgili, ahlâkı kemâle ermiş insanlarla ahbaplık etmektir. "Ne mutlu onlarla düşüp kalkanlara!" diyor.

Şimdi millet fıkhı ve hikmeti unutmuş. Halbuki en çok öğrenmeye gayret etmesi gereken, en önce ve mutlaka herkesin öğrenmesi gereken şeyler bunlar.

(Tbâ limen zelle nefsühû) "Ne mutlu diyor nefsi hor olana, yâni mütevâzi olana! (Ve tàbe kesbühû) Ve kazancı helal olana ne mutlu!.." Kazanç haram oldu mu ne olur?.. Yediği her haramdan dolayı, vücudunda biten her hücre için, cehennem ateşi vacib olur. Haramla biten tene, vücuda, uzva cehennem ateşi mutlaka gelir ve cehennem ateşinde mutlaka yanar. Onun için kazancın tayyib olması lâzım! Ne mutlu kazancı güzel olana!..

(Ve salühat serîretühû) "Ne mutlu iç dünyası, kalbi, vicdanı sàlih olana; dosdoğru, tertemiz olana!.." Evet, iç temizliği ne kadar önemli.

İçi temiz olacak da dışı pejmürde mi olacak? Hayır! (Ve kerümet alâniyetühû) "Dış görünüşü de asaletli olana ne mutlu!.." İçi tertemiz, dış görünüşü de asil olana ne mutlu!..

Tabii mü'minin kalbi temizdir, altın gibidir de, dış davranışlarından da güzelliği belli olur. Uzaktan bakan hayran kalır, tercihlerine, davranışlarına, hareketlerine bakan aşık olur. "Şu zât-ı muhteremin ahlâkının güzelliğine aşık oldum." denir. Ne mutlu böyle içi güzel, dışı da asil olana!..

(Ve azele anin-nâsi şerrehû) "Ne mutlu elinden çıkacak zarardan, insanları uzak tutmuş olana!" Ne demek bu?.. "İnsanlara elinden zarar gelmeyene ne mutlu!" demek bu.

(Tûbâ limen amile biilmihî) "Ne mutlu bildiğini hayatında uygulayana!.." Hadis dinliyor, Kur'an-ı Kerim dinliyor, öğreniyor, anlıyor. Tamam, ne mutlu o bildiğini uygulayana, hayata geçirene, tatbik edene!..

Çünkü İslâm'da bildiğini uygulamak çok büyük fazilettir. Duyunca yapmak lâzım. Zâten duyduğunu, öğrendiğini de yapmak için öğrenmesi lâzım, o niyetle öğrenmesi lâzım. Ne mutlu bildiğini uygulayana!..

(Ve enfakal-fadle min mâlihî) "Malının fazlasını infak edip, hayrât-ü hasenâta verene ne mutlu!.."

(Ve emsekel-fadla min kavlihî) "Malının fazlasını verecek ama, infak edecek ama, sözünün fazlasını tutacak." Burada da edebî sanat var. Yâni tezatlı bir ifadeyle çok güzel bir şey anlatıyor. Malının fazlasını ne yapacak?.. Verecek. Sözünün fazlasını ne yapacak?.. İçinde tutacak, vermeyecek, ortaya koymayacak. Yâni gevezelik etmeyecek. "Ne mutlu malının fazlasını infak edene, ama sözünün fazlasını, lüzumsuzunu tutana ne mutlu!" diyor.

Bu da böyle. Sözle ilgili çok edepler var. Bunları İhyâ-ı Ulumid-dîn gibi kitaplardan öğrenmek lâzım! Mecmaul-Âdab gibi kitaplardan okuması lâzım kardeşlerimizin.

Sükut çok kıymetlidir ve garanti teminatlıdır. İnsan susunca günah işlememiş olur. Söz söylemek veballidir. Lüzumsuz söz söylemek de, mâlâyâni olur. En hafifi boş söz olur. Ama ondan sonra, gittikçe veballi olur, günahlı olur, suç olur vs. Hatta sözün kötüsü, daha kötüsü, daha kötüsü derken, insan dinden imandan bile çıkar gider.

Bu uzun hadis-i şerifin her cümlesini, insan duvara bir ayrı levha olarak assa, evini bu hadis-i şerifin cümleleriyle süslese ve bunları hep hatırında tutsa, defterine yazsa, cüzdanına koysa; trende gelirken, vapurda gelirken, yolda gelirken giderken açsa açsa okusa,Ê ezberlese de, bu hadis-i şerifte Peygamber SAS Efendimiz'in işaret buyurduğu tarzda bir davranışı kendisine huy edinse, güzel bir müslüman olsa en iyi olur.

Allah-u Teàlâ Hazretleri okuduklarımızı, dinlediklerimizi anlayıp kavramayı, sevip uygulamayı nasib eylesin... Böylece kendisinin rızasını, Peygamber Efendimiz'in hoşnutluğunu, sevgisini kazanmayı cümlemize müyesser eylesin...

Habib-i Edibi'nin sevdiği, Allah'ın razı olduğu kullar olarak, iyi mü'min olarak yaşayıp, İslâm'a ve müslümanlara güzel hizmetler edip, ömrümüzü hayırlı, bereketli geçirip, şöyle iman-ı kâmil ile ahirete göçüp, Rabbimizin huzuruna sevdiği razı olduğu kul olarak varmayı Allah cümlemize nasib eylesin... Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

27. 10. 2000 - İSVEÇ

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************

 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder