19 Şubat 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Sabredenlerin Mükâfâtı

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Sabredenlerin Mükâfâtı

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Sabredenlerin Mükâfâtı



(Ülâike aleyhim salevâtün min rabbihim ve rahmeh) "İşte onların üzerine Rablerinden salevât ve rahmet vardır." Yâni Allah'ın salevâtı ve rahmeti onların üzerine olacaktır, demek. (Ve ülâike hümül-mühtedûn) "Ve işte onlar asıl hidayet üzere olanların, dosdoğru gidenlerin, eğri büğrü yolda değil, tam sağlam yolda gidenlerin ta kendileridir." (Bakara: 157) diye medhediyor. Şimdi onların üzerine Allah'ın salevâtı vardır, salâtları vardır ve rahmeti vardır.

Salevât ne demek? Salevât, İbn-i Abbas RA'dan rivayet edildiğine göre, (mağfiretun mir-rabbihim) Rablerinden mağfiret demektir. "Salevât vardır onların üzerinde" ne demek? Salevât, bütün günahlarının affolunması mânâsına, bir geniş mağfiret oluyor.

Niye salât denmedi de, salâten ve rahmeten denmedi de, salevât çoğul geldi; bu ne demek?.. Yâni mağfiretten sonra mağfiret, peşpeşe mağfiret, tekrar tekrar mağfiret, yâni tamamen mağfiret... Onun için çoğul geldi.

Tabii bu salât kelimesi teveccüh kökünden geliyor, yâni yönelmek. Cenâb-ı Hakk'ın teveccühü oluyor. Teveccühü de mağfiret şeklinde, günahların affedilmesi şeklinde tecellî ediyor.

İbn-i Kesir'de de: (Salavâtün min rabbihim)'den maksad (senâun minallàhi aleyhim) diye tevcih eylemiş, izah eylemiş. Yâni Cenâb-ı Hak'tan onlara, "Aferin, ne kadar güzel, kulum imtihânı başardı. Ne güzel bir tavır takındı, ne güzel söz söyledi." mânâsına senâ vardır.

Said ibn-i Cübeyr'in tefsirine göre de, (emenetüm minel-azâb) azabdan emniyette olmak, azaba uğramamak vardır. Yâni, günahların afvolması gibi bir mânâ oluyor yine.

(Ve rahmetün) "Ve Cenâb-ı Hakk'ın rahmeti, onlara... Allah onlara mağfiretini ve rahmetini ihsan edecek." Bir kulun Cenâb-ı Hakk'ın rahmetine ermesi ne demek?.. Dünyada ve âhirette gözlerin görmediği nice nice nimetlere, nice nice lütuflara erecek demektir o.

(Ve ülâike hümül-mühtedûn) "İşte asıl hidayet üzere bulunanlar da onlardır. Yâni doğru hareket tarzı odur." Aksi; sırât-ı mûstakîmden, hidâyet yolundan ayrı, aykırı bir davranış olurdu. Böyle davranmasalardı, böyle düşünmeselerdi, böyle sözler, dualar etmeselerdi Cenâb-ı Hakk'a; yanlış olurdu. İşte hidâyet üzere olanlar bunlardır diye, Cenâb-ı Hak onların tavrının güzel olduğunu beyan buyuruyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri'nden dileriz ki; cümlenize, cümlemize Rabbimiz Tebareke ve Teàla Hazretleri hem dünyada, hem âhirette hayırlar versin.



(Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kınâ azâben-nâr) [Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver; bizi cehennem azabında koru!]

Hem dünyada hayırlar isteriz, hem âhirette. Çünkü sahabeden bazıları şöyle dua etmişler: "Yâ Rabbi belâ, mûsibet, üzüntü, elem, keder ne vereceksen, bana dünyada ver; âhirette rahat edeyim!" demişler. Yanlış! Böyle diyenlerin doğru bir seçim yapmadıklarını, çünkü Cenâb-ı Hak'kın rahmetinin çok engin olduğunu bildiriyor Peygamber Efendimiz.

Dünyada da iyilik iste; verir, eksilmez hazinesinden... Ahirette de iyilik iste; onu da verir. Kul Allah'ın kulu olduğuna göre, her şey ondan olduğuna göre, dua etmek de ibadet olduğuna göre, Cenâb-ı Hak'kın da hazineleri sonsuz olduğuna göre ve dua edilmesini sevdiğine göre:



(Ud'nî estecib leküm ) "Bana dua edin, ben duanıza icâbet edeceğim, istediğinizi vereceğim!" diye de vaad buyurduğuna göre, vaadinden de hulfü olmadığına göre; elbette hem dünyada, hem âhirette iyilik isteriz, istiyeceğiz ve isteyiniz! Hem kendinize, hem yakınlarınıza, sevdiklerinize, hem dünya, hem âhiret iyiliklerini isteyiniz!

Amma kaderin cilvesi olarak da, başınıza üzücü bir şey gelebilir. Elbette gelecek, çünkü ölüm var, ölümsüz değil hayat... Ölüm acı bir şeydir. Çocuğu ölse, kalbinden bir parça kopmuş gibi olur. İşi bozulsa, zarar etse, hastalansa; bunların hepsi zor şeyler. Ama zorluklara göğüs germek mü'minin, mertliğin şânıdır, hâlidir. Mü'min böyle merdâne hareket eder, sağlam durur.

Cenâb-ı Hak'tan âfiyet isteyin, isteyelim, istemeliyiz! Ama musibet gelince de, sabretmeliyiz. Saberedenlere çünkü Cenâb-ı Hak'kın mağfiret arkasından mağfireti, peşpeşe mağfireti vardır ve rahmeti vardır. Rahmet-i Rahmân'a erecekler, mağfiretine mazhar olacaklar, dünya ve âhiretleri mâmur olacak, âhirette cennetiyle cemâliyle müşerref olacaklar. Hidâyet üzere olmak ne güzel!
Sabrı öğrenin!.. Sabrı hem kendiniz öğrenin aziz ve sevgili dinleyiciler ve izleyiciler; hem de çoluk çocuğunuza sabır denilen şeyi öğretmek için, "Bu sabrı nasıl öğretiriz?" diye düşünün taşının!
Şimdi çocuğu meselâ sabah namazına getireceksiniz:

"--Evlâdım, hadi canım kalk, bak ezan okunuyor; sabah namazına gidelim, sevap kazanalım!"
Çocuk kalkamıyor, kalksa uykusuzluğa dayanamıyor, gözlerini oğuşturuyor, kenara yığılıyor, tekrar yatıyor. Neden?.. Uykuya sabrı öğrenememiş. Ama eğer sen onu küçükten yetiştirirsen, öğrenir.

Hani rahmetli halamızın Medine'deki hikâyesini hep anlatırım vaazlarımda. Teheccüd ezanı okunurken, evin hanımı gitmiş, bebeği beşikten uyandırmış. Hala da sormuş:

"--Niye uyandırıyorsun bu çocukcağızı?"

"--Ezan okunuyor, teeccüd ezanı..."

Demiş:

"--Çocuk, altında bez var, daha küçük, beşikte, yâni ne olacak?.."

"--Olsun, kocam bu vakitte uyandırmamı istiyor, uyandırmazsam kızar." demiş.

Peki kocası niye o vakitte uyandırıyor bebeği? Çocuk o saatte uyanmaya alıştı mı, vücut ona göre alıştı mı, artık teheccüde kalkmakta zorlanmaz.

Şimdi kendi kendinize sorun: Uykunuzu bölüp teheccüde kalkabiliyor musunuz? Uykusuzluğa sabredebiliyor musunuz? Veyahut daha başka namaza, niyaza devama; veyahut Allah yolunda bir meşakkatli durum olduğu zaman sabredebiliyor musunuz? Edemiyorsunuz. Edemiyorsanız, demek ki sabır eğitimi eksik olmuş.

Bunu düşünerek, çoluk çocuğumuzu açlığa karşı, susuzluğa karşı, yorgunluğa karşı, uykusuzluğa karşı alıştırarak, biraz onu da öğretmeliyiz. Yâni çukulata almayı öğretip, oyuncaklarla odaları doldurup, gönlünü şen etmeyi öğrendiğimiz gibi, sabretmeyi de öğretmeliyiz.

Şimdi burada bizim kardeşlerimize ben söyledim, Allah razı olsun, onlar da çalışmaları ilerlettiler; bir izci takımı kuruyoruz burada. Kurdular, açılışını yaptılar.

Tabii bizim kendimize göre kıyafetimiz var, müslüman olduğumuz için. "Ama biraz dağda, bayırda yürümeyi, asta üste muameleyi öğrensin... İntizamı, düzeni öğrensin, çalışmayı öğrensin, yardımı öğrensin..." diye böyle bir şeye girdik. İzci birliğimizi Melbourn'da arkadaşlar kurdular. Ben de Melbourn'a gidince önümüzdeki günlerde. göreceğim; ikinci bir açılış merasimi yapacağız inşaallah... Türkiye'de de çocuklarımızı biraz yetiştirmeliyiz.

Biz sabah namazına gidiyoruz arkadaşlarla, bakıyorum sabahın köründe, yâni etraf iyi görünmüyor, karanlık vakitte, idman için, vücudu sağlıklı olacak diye, bisiklete binmiş, tenha yolda, karanlık yolda gidiyor. Ormanın içinde kadın yürüyor... Yâni, "Yürürsem ayaklarım kuvvetlenecek, ciğerim kuvvetlenecek temiz havada..." diye yapıyorlar bunları. Yâni kendilerini meşakkate alıştırıyorlar.

Bu meşakkate alışmak, İslâm'da bir eğitim işidir. Bunun öğretilmesi lâzım ve bu okuduğumuz âyetlerde bunlara işaret var. Onun için siz de çocuklarınızı şükre de alıştırın, sabra da alıştırın! Nimetleri verdiğin zaman şükretsin, teşekkür etsin, memnun olsun, sevinsin, yüzü gülsün! Amma yorucu, üzücü, sıkıntılı, acı, elem verici bir şey olduğu zaman da, sabretsin!..

Bizim dişci bir kardeşimize gitmiştim ben. Yâni sözü çok da uzatmak istemiyorum ama, güzel bir misal. O anlattı. Bir hanımefendi kız çocuğuyla gelmiş dişciye... Tabii çocuk dişçide dişi acıyacak diye korkuyor. Zaten dişi ağrıyor. Koltuğa oturacak. .

"--Anne korkuyorum, acır mı?" demiş.

Annesi -- dikkat ettim-- dedi ki:

"--Evet evlâdım, acır ama bunun olması lâzım! Acıyor ama, bunu yaptığımız zaman diş tedavi olmuş olacak, ondan sonra acı olmayacak. Şu anda biraz çekeceksin, sabret evlâdım!" demiş.

"--Pekiyi anneciğim!" demiş kız.

Acıdığı halde, gayet güzel durmuş ve dişinin tedavisini yaptırmışlar.

İşte bak, bu bir eğitim. Çocuğa, "Hiçbir şey olmayacak, bak, otur, bilmem ne..." filan diyorlar. Ondan sonra acıyınca da, çocuk basıyor feryadı. Feryâd u figan, bağırma, çağırma acıyı azaltmıyor, sadece ortalığı velveleye vermiş oluyor. Yanlış bir şey... Çocuğumuzu güzel eğitmeye çalışalım!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri çocuklarımızı güzel yetiştirmeyi nasib eylesin... Güzel günlerini görmemizi nasib etsin... Onlarla bizleri, sevdiklerimizi hep beraber cennetiyle, cemaliyle müşerref eylesin...

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

02. 05. 2000 - AVUSTRALYA

TÜMÜ:

http://esadcosankulliyati.com/arsiv/tefsir/t000502.html

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder