7 Mart 2017 Salı

MA’RÛFU EMRETMEK

MA’RÛFU EMRETMEK
 

‘Ma’rûf’, Allah (c.c.) ve Rasûlü’nün (s.a.v.) yapılmasını emrettiği, sağlam aklın ve sağduyunun iyi ve güzel gördüğü şeylerdir. Ma’rûfu emretmek ise, işte bu iyilik güzelliklerin toplumda yaygın ve etkin olmasını sağlamak için yapılan sosyal, kültürel ve toplumsal çalışmalara denir. İslâmî terminolojide bu, “el- Emr-ü Bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehy-ü Ani’l-Münker” şeklinde sistemleştirilmiştir. Ma’ruf İslâm şeriatının emrettiği, Münker ise yasakladığı şey demektir.

 

Buna göre ma’rûf’ta insan için iyilikler, güzellikler ve sonsuz yararlar söz konusudur. Çünkü ne Yüce Allah (c.c.), ne Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ne de akıl ve sağduyu, insana mutluluk ve fayda vermeyen şeyleri emretmez. Dolayısıyla bir şeyin yapılması emredilmiş ya da yasaklanmış ise onda kesinlikle insanın yararı var demektir. İşte insanın üzerine yüklenen bir görev de, kendisi için emredilen ve yasaklanan hususları başkalarına da sunmak, söz konusu değerlerden onların da yararlanmasını sağlamak gibi yüce bir amaca yöneliktir. Bu bir anlamda mutluluğun ve güzelliğin paylaşımı demektir. İnsanın böyle bir paylaşımda cimrilik göstermemesi ve olabildiğince cömert olması gerekir.

 

Bu yüzden vurdumduymazlığın, neme lazımcılığın ve ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışının etkin olduğu toplumlarda iyilik ve güzellik özelliğini taşıyan her eylem, yerini kötülüğe bırakabilir. Bunun sonucunda da intiharlar çoğalır, sapıklıklar yayılır, bilgisizlik her tarafı sarar ve insanlık anarşinin içine girer. İşte toplumsal hayatta çok önemli olmasından dolayıdır ki ma’rûfu emretmek, bir anlamda batıl (yanlış) karşısında hakkı savunmak için peygamberlerin (a.s.) gönderildikleri ilâhi amacı sembolize etmektedir.

 

Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyruluyor:

“Sizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun...” [1]

 

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz..” [2]

 

Peygamber (s.a.v.) de: “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir'' [3]

 

Başka bir hadisi şeriflerinde de :“İnsanların en hayırlısı, onlara selâm veren, Allah’tan en çok korkan, ma’rufu emreden, münkerden sakındıran ve yakınlarını ziyaret eden kimsedir.” [4]

 

Yine Peygamber Efendimiz: “Bana hayat bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez.” [5]

 

Yukarıda açıklanan Ma’rûfu emretme görevinin yerine getirilebilmesi için İslâm dini konusunda yetişkin ve ehliyetli insanlara ihtiyaç vardır. Herkesin bu görevi tam anlamıyla yerine getirmesi beklenemez. Her insan kendi gücü ve yetenekleri oranında sorumluluk taşımaktadır. Bu ilkenin uygulanabilmesi için işin ehli olanların ma’rufu en güzel bir biçimde insanlara takdim etmeleri gerekmektedir. Şüphesiz bu da ilmi bir geçmişin ve terbiyenin ürünü olabilir. Netice de bu sorumluluk bir şekilde yerine getirilecektir. Müslümana düşen onu en güzel şekliyle icra etmesidir

    

İnsanlara Ma’rûfu emretmek ve münkerden sakındırmak İslâmî bir yaşam biçimidir. Böyle olunca buna da öncelikle Müslüman bireyin kendi nefsinden başlaması gerekmektedir. Nitekim Kur’an da bu konuya işaret ederek: “Ey İman edenler, yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” [6] şeklinde evrensel bir ilke koymuştur. Bu ilke, insanın yapmadığı bir şeyi başkasından isteme gibi bir hakkının kesinlikle bulunmadığını ifade etmekle birlikte, ma’rûfu emir ve münkerden sakındırma noktasındaki başarı şansının buna bağlı olduğunu göstermektedir. Çünkü bu alanda kazanılacak bir başarı, muhatapları etkilemeye bağlıdır. Dolayısıyla bu da, bir başkasından istenen şeyin, onu isteyen tarafından uygulanmasıyla mümkündür. Yine Kur’an-ı Kerim’deki “Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Düşünmez misiniz?” [7] şeklindeki öğüdü kişinin öncelikle kendi nefsini ıslah etmesi gerektiğini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

 Ma’rûfu emretme görevinin yerine getirilebilmesi için aşağıdaki hizmetlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

 

1. Ma’rûfu emir ve münkerden sakındırma, bir irşad ve davet görevi olduğuna göre, öncelikle bu görevi yapacak uzmanların yetişeceği eğitim ve öğretim kurumları tesis etmek.

 

2. Söz konusu toplumsal ve ahlâkî görevleri yerine getirebilmeleri için, bu uzmanlara ve ilim adamlarına gerekli maddi desteği sağlamak.

 

3. Ma’rûfu emretmek ve münkerden sakındırmak kavramlarının ortaya koyduğu İslâm’a çağrı ve tebliğ görevini yapacak bilginlerin, bu görevlerini vaaz, konferans, seminer, sempozyum, panel ve benzeri toplantılar düzenleyerek halkı irşad etmeleri.

 

4. Radyo, televizyon, manyetik ortamda kullanılan araçlar ve yazılı basın ile diğer iletişim araçları kullanılarak bütün insanları eğitmek ve iyiye yöneltmek.

 

5. Her fırsatta ve uygun ortamlarda doğruları anlatıp insanların yanlıştan ve kötülükten uzaklaşmalarına yardım etmek.

 

Ma’rûfu emretmek ve münkerden sakındırmak görevi, Müslüman olmayan toplum ve topluluklarda da yapılmalıdır. Bu gerçekleştirildiği zaman, o toplumların da İslâm’ı tanımaları ve İslâm’ın yüksek inanç ve ahlâk değerlerini öğrenmeleri, hatta uygulamaları mümkün olacaktır. Bunun için de aşağıdaki hizmetler yapılmalıdır.

 

1. Kitap, gazete, dergi, tv, radyo, internet, cd, dvd gibi her türlü medya ve basın iletişim aracıyla, Müslüman olmayan insanlara İslâm’ı tanıtmak.    

 

2. Yabancı toplumlarda yaşayan müslümanların onlara örnek olacak İslâmî bir yaşam tarzını ortaya koymaları.

 

Ma’ruf diye bilinen güzel davranışlar ve fiiller, insanlar arasında uzun süre yaşayarak ‘Örf’ haline gelirler. İyi düşünen akıl sahipleri, iyi ve güzel davranışları tanır ve onları yaşatırlar. Bu yüzden Peygamberler (a.s.) halk arasında yaşayan güzel ‘örf’leri, olduğu gibi bırakmışlar, kaldırmamışlardır. İslâm hukukunda ‘örf’ bir ‘delil’ olarak da kabul edilmektedir.

 

Rasûlullah (s.a.v.)’in tebliğ görevini tamamlamasından sonra, ashâb-ı kiram, tabiin, tebeu tabiin ve daha sonraki Müslümanlar bu görevi hakkıyla yerine getirmek için günümüze kadar gayret ettiler. Bugün de Müslümanlar gerek kendi ülkelerinde ve gerekse insanlarının çoğunluğu gayr-i müslim olan coğrafyalarda hem tebliğ ve hem de bu görevi yerine getirmek için çalışmaktadırlar. Allah Teâlâ’nın inayeti ve keremi ile artık Müslümanlar dünyanın her tarafında İslâm’ı temsil etmekte ve insanların hidayete kavuşmalarına vesile olmaktadırlar. Cenâb-ı Hak, bütün Müslümanların amellerini makbul eylesin!

 

 

 


 

[1] Âl-i İmrân sûresi, 3/104.
[2] Âl-i İmrân sûresi, 3/110.
[3] Müslim, İman; Tirmizî, Fiten; Nesaî, iman; İbn Mâce, Fiten.
[4] İbn Hanbel, Müsned.
[5] Ebû Dâvûd, Melâhim; Tirmizî, Fiten; İbn Hanbel, V.
[6] Saf sûresi, 61/2.
[7] Bakara sûresi, 2/44.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=654

--
.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder