15 Ocak 2014 Çarşamba

İnanmış insanlar başa gelen musibetlere nasıl bakar?


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

İnanmış insanlar başa gelen musibetlere nasıl bakar?

 
 
Sahabeden bir zat, “Ya Resulallah! Bana öyle bir anlayış ve amel haber ver ki onu tam olarak uygulayınca Cennet’e girmeye layık hale gelmiş olayım.” der.
 
 
Efendimiz (sas) Hazretleri şöyle açıklar sahibini Cennet’e layık hale getirecek amel ve anlayışı:
 
 
- Sen kul olarak kendine düşen her türlü tedbirini alıp görevini yaptıktan sonra, Allah’ın senin hakkındaki takdirine razı olur da şikâyet etmezsen, Cennet’e layık anlayış ve ahlak içinde oldun demektir. Yeter ki, kendine düşen tedbirini vaktinde al, ihmal etme; sonra da Allah’ın sana layık gördüğü takdiri ne ise ona razı ol, şikâyetçi olma!
 
 
Lokman Hekim, müminin maruz kaldığı musibetlerin mümine sağladığı faydasını şöyle bir misalle anlatır:
 
 
- Nasıl bir madenin kıymetlisi ateşe verilince üzerindeki pası dökülüp altından öz cevheri çıkarsa, Allah’ın sevdiği kulları da maruz kaldıkları musibetleri sabırla karşılayarak günah paslarından arınır, Allah’ın saf ve tertemiz kulları haline gelirler.
 
 
Bu konuda en nihai tarif ve tespit yine Efendimiz (sas) Hazretleri’nden gelir. Buyurur ki:
 
 
- Hayret edilir müminin hakkındaki takdirlere karşı teslimiyet ve tevekküllü haline. Çünkü ona üzücü bir musibet gelse sabreder kazanır; sevindirici bir nimet gelse şükreder yine kazanır!
 
 
Mümin budur işte. Musibet gelirse sabreder kazanır, nimete gelirse şükreder yine kazanır.  
 
 
Bundan dolayı maneviyat büyükleri, başa gelen sıkıntıları ikiye ayırarak derler ki:
 
 
- Kulun başına gelen musibetler bazen makamının yükselmesi için gelmiş olur. Bazen de işlemiş olduğu yanlışın cezasını çekmesi için gelmiş olur. Her iki hal de kulun lehinedir.
 
 
Makamının yükselmesi için geliyorsa kul, sabreder, makamını yükseltir. Yaptığı bir yanlışın cezası olarak geliyorsa yine sabreder, cezasını dünyada çeker ahirete tertemiz gitmesine sebep olur. Her iki halde de inanmış insan yine kazanır.
 
 
Bu önemli konu şöyle bir misalle de açıklanır irşad eserlerinde.
 
 
Sahabeden bir zat cahiliye devrinde tanıdığı bir kadınla karşılaşır yolda. Bir müddet konuştuktan sonra kadın yoluna devam edip gider, ama o başını çevirerek kadına arkasından bakmaya devam eder. İşte bu bakış sırasında önünde görmediği bir çukura kayan ayağı sakatlanır. Sonra Resulullah’ın (sas) huzuruna vardığında durumu aynen anlatır. Efendimiz’in açıklaması şöyle olur:
 
 
- Allah, bir kulunu severse hatasının cezasını dünyada peşin olarak verir; böylece kul burada cezasını çektiğinden ahiretini kurtarmış olur.
 
 
Evet, maruz kaldığı musibetleri böyle sabır ve şükür içinde karşılayan müminler kolay kolay yıkılmaz, hep ayakta dururlar. Düşünürler ki, dünyevi musibetlerin hiçbiri ebedi ve kalıcı değildir.
 
 
Sabredersem bir gün bu musibet gider, ama sevabı bana kalır, ahiretimi kurtarmış olurum. Asıl musibet, dini aşk ve şevkime gelen musibettir. Çünkü din yaşama aşk ve şevkime gelen musibette hiçbir kazanç yoktur, tümüyle kayıptır.  Öyle ise maruz kalınan musibetlerde dini aşk ve şevkimiz asla zayıflamamalı, maneviyatla olan bağımız daha güçlenip artmalı ki yine biz kazanmış olalım.
 
 
Nitekim büyük alim Sehl bin Abdullah Hazretleri’ne gelen bir adam der ki:
 
 
-Ben sabah namazına camiye gelince evime giren hırsız sandıktaki altınlarımı çalmış, çok üzgünüm. 
 
 
- “Üzülme, der, bu senin dünyana gelen musibettir. Ya kafana şeytan girip vesvese ve şüpheler vererek imanını çalsaydı da, dinî hayatını yaşama aşk ve şevkini kaybetseydin ne olurdu halin? Unutma der, öbür dünyaya altınsız gitmenin hiçbir zararı yoktur, ama (Allah korusun) İslam’ı yaşama aşk ve şevkini kaybederek gitmenin ise hiçbir teselli tarafı yoktur! Sabret, İslam’ı yaşama aşk ve şevkini koru, maruz kaldığın musibeti hakkında hayra çevir. Yine sen kazan!
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder