25 Ocak 2014 Cumartesi

Yağmurun şükrünü eda ettik mi? - Hekimoğlu İsmail


Hekimoğlu İsmail
 

Yağmurun şükrünü eda ettik mi?

 
 
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası’nda buyurmuş ki: “Denizin dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, ‘onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır.’ derler.
 
 
Bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor…”
Mesela Mısır’da kuraklık olunca Niyazi Mısrî’yi yağmur duasına davet etmişler. O da yağmur duasına çıkmamış; kalkmış, bulunduğu şehirden başka bir şehre gitmiş. Sonra dönüp gelince sormuşlar: “Neden yağmur duasına çıkmadınız?” Cevaben demiş ki: “Rahmet, rahmete layık olanların üzerine yağar. Herhalde bu şehirde bir günahkâr var ki yağmur yağmıyor. Acaba o günahkâr ben miyim diye kalkıp gittim…”
 
 
Bu kış beklenen yağmurlar yağmıyor. Yağmurun yağmamasıyla Allah, “Bana yalvarın!” diyor. “Dua edin…” Yağmur yağar veya yağmaz amma dua, imanın alametidir. Dua eden bilir ki, “Benim bu duamı bir duyan var.”  Her hadisede Allah’ın nizamını, hâkimiyetini görmek lazım... Kitab-ı kâinatı okumak lazım. “Nasıl olsa kış geliyor, yağmur yağar…” İşte yağmadı. Akla gelecek ilk şey, Allah!
 
 
Yağan yağmurlar durmasaydı her şey çürüyüp gidecekti. Yağmurlar damla damla değil de oluktan boşanırcasına yağsaydı, her şeyi seller götürecekti. Hiç yağmur yağmasaydı ne büyük felaket… Göklerin dizginini elinde tutan Rabb’imiz, yağmurdaki üç felaketten bizi koruyup, yağmuru rahmet olarak gönderiyor.  Amma bu kış yağmurlar az… İlim adamlarının pek çoğu bir halka, bir de yağmura bakmış; “Ey Rabb’imiz, affedici, bağışlayıcı Sensin. Sensin başımıza taş değil de rahmet yağdıran.” demişler.
 
 
Şükür, nimeti artırır. Şükürsüzlük de nimeti azaltır. Yağmur bol bol yağdığında acaba şükrettik mi? Bakınız, göklerde uçakla gezen insan, canlı bir yaprak dahi yapamıyor. Suyu yaratmak, buharları belli bir yerde tutmak, onu susuzların imdadına sevk etmek, sadece ve sadece Rezzak-ı Kerim’in işidir. Tuzlu denizlerden çıkan tuzsuz buharlar, gökyüzünü pamuk tarlasına çevirir. Bunlardan yağmur yağar, kar yağar, dolu yağar… Bunların hepsi birer mucizedir. Tabii her şey görene; köre ne?
 
 
Yani düşünüyorum da, bir arkadaş ucuzundan bir kalem hediye etse mahcubiyetimizden iki kat oluyoruz. Teşekkür üstüne teşekkür… Amma bir de o kalemi alıp, “Aman bu da ne…” deyip, bir kenara atsak, bir daha ne o arkadaş gelir, ne de hediye getirir.
 
 
Galiba biz yağmura böyle davrandık…
 
 
Allah bize çok yağmurlar yağdırdı; şükrettik mi? Mesela yağmuru seyredip, “Hey Rabb’im! Bu ne kudret! Denizleri göklere çıkaran, bulutları yerlere indiren, kara toprağı renk renk, desen desen dirilten, bostanları kazan yapıp, bize çeşit çeşit yemekler pişiren Sensin. Sen ki bizi bizden fazla düşünensin. Koruyup gözetensin. Şu yağmurun damlaları adedince şükürler olsun…” dedik mi?
Üstad “Şükr-ü mutlak!” diyor. Yani her nimeti doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesi bilmek…
 
 
Allah yağmurları kesti. Biz de döndük  “Allah!” dedik. O neylerse güzel eyler…
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder