22 Mart 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Dava adamı...

Hekimoğlu İsmail - Dava adamı...


Hekimoğlu İsmail
 

Dava adamı...

 
 
Her şey bir nizam içindedir. İnsanların nizamı da İslamiyet’tir. Allah dinini kıyamete kadar devam ettirecektir. Bunun için bazı kullarını İslamiyet’e hizmetle vazifelendirir. Onları her yerde ve her şartta korur. Onlar asla mağlup edilemez. Bediüzzaman Hazretleri de İslam’a hizmetle vazifeliydi.
 
  Ben Tarihçe-i Hayat’ı okuduğumda diyorum ki: “Bediüzzaman bu değil!” Yani nasıl ki aynanın bir mat yüzü bir de parlak yüzü vardır; işte kitaplarda anlatılan Bediüzzaman, aynanın mat yüzüdür. Aynanın parlak yüzüyse, onun yaşadığı hayattır… Said Nursi, İslamiyet’ten uzaklaşan Müslümanları İslam’a yaklaştırdı. Kur’an-ı Kerim’lerin toplatıldığı günlerde eskimez yazı ile risaleler yazdı. Camilerin kapısına kilit vurulmasına inat, “Evlerinizi medrese yapın.” buyurarak, tahkiki iman dersleri okuttu. Ev halkıyla ders yapmayı, dinleyen olmazsa meleklerle ders yapar gibi kendi kendine okumayı tembihledi. Tabii o zamanlar gizli gizli ders yapılırdı. Türk Ceza Kanunu’nun 163’üncü maddesi ile İslamiyet’i öğrenmek ve öğretmek yasaklanmıştı. Evlerde içki içmek serbest, İslamiyet’i öğrenmek yasaktı. Dindar olmanın çilesi çekiliyordu. Bu çilenin verdiği lezzet tarif edilemezdi.
 
 
Şimdi o günleri düşünüyorum… Bediüzzaman’ın hazinesi, silahı, ordusu yoktu. Odası bir dağın başında, çınar ağacının dalları arasındaydı… Bu derece dünyayla alakasını kesmiş bir adam mıknatıs gibi kitleleri peşinden sürüklüyordu… Mesela hakim bana sordu: “Ne diye gidiyorsun Said-i Kürdi’nin peşinden?” Dedim ki: “Efendim, ben onun peşinden gitmiyorum; o beni peşinden sürüklüyor!” “Olmaz böyle şey!” diye bağırdı. “Sen menfaatin için onun peşinden gidiyorsun!” Dedim ki: “Sürgünler, tevkifler, takipler peş peşe, tedirgin bir hayat yaşıyoruz. Menfaat bunun neresinde?” 
 
 
Evet efendim, o günlerde durum böyleydi…  
 
Her türlü baskıya rağmen Allah’ın lütf-u inayetiyle Risale-i Nur okumaya devam ettik. Tahkiki iman dersleri sayesinde kadere imanı anladık. Her türlü fırtınada, “Bu fırtınayı çıkaran Allah’tır. Her şey onun emrindedir.” diyerek Allah’a sığınmayı öğrendik.  
 
 
Mesela şimdi soruyorlar: “Ağabey, Bediüzzaman Hazretleri’nin yaşadığı gibi yaşamak mümkün mü?” Dedim ki: “Bediüzzaman gibi olamayız hatta onu taklit etmek de mümkün değil amma ona talebe olabiliriz. Her çırak, ustası gibi olamayabilir amma ona sadık kalıp yıllarca onun yanında çalışabilir. Asker deyince erden generale kadar herkes askerdir amma arada çok büyük rütbe farkı vardır. Aynen öyle de, bizler Bediüzzaman gibi yaşayamayız; mesela dağın başında oturup aç kalamayız amma baklava peşinde de koşmayız, daha mütevazı bir hayat sürdürebiliriz. Onun en önemli prensipleri olan ihlas, uhuvvet, iktisat risalelerini okuyup, anlayıp, yaşamaya çalışabiliriz.“Risale-i Nur talebesiyim.” diyen kişi kendine şu soruyu soracak: “Ben bu kimliği ne kadar temsil edebiliyorum?..”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder