1 Kasım 2016 Salı

DUA

DUA
 

‘Dua’ kelimesi, ‘davet ve dava’ gibi aynı kökten gelmektedir.

 

‘Davet’ veya ‘dava’,  sözlükte, çağırmak, istemek, seslenmek, yakarmak, yardım isteğinde bulunmak, isimlendirmek, sığınmak ve ilgi kurmak gibi anlamlara gelir.

 

‘Dua’, sözlükte, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya, aciz olandan güçlü olana doğru ortaya çıkan bir istek ve niyazda bulunmadır. Küçüğün büyükten olan ricası, söz, fiil ve davranış olarak yalvarmak, samimi istek ve içtenlikle olur.

 

İslâm literatüründe kavram olarak ‘dua’, kulun Allah’a (c.c.) sığınma ve yakarışını, Allah (c.c.)’ın yüceliği karşısında kulun güçsüzlüğünü itiraf etmesini, sevgi ve tazim (yüce bilme) duyguları içerisine lutfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder.

   

‘Dua’da asıl hedef kulun kendi durumunu Allah (c.c.)’a arz etmesi (sunması) olduğuna göre bu, kul ile Allah (c.c.) arasındaki bir ilişkidir. Bu ilişkide kul, kendini yaratan ve rızık veren Rabbine halini arz eder, acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir, hatalarını ve eksikliklerini iletir; bunun karşısında o Yüce Makam’dan yardım, bağış, af, merhamet, güç ve destek ister. Bu durum, kulun Allah (c.c.)’a bir bağlılığı, bir teslimiyetidir.

 

‘Davet’ ve ‘dua’ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de yer yer farklı  anlamlarda, bazen de birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Kimi âyetlerde ‘davet’, bir çağrı, bir nida, bir seslenme anlamında geçtiği gibi, aynı kelime fiil ve isim olarak ‘dua, yakarış ve yardım isteği’ anlamında da kullanılmaktadır.

    

‘Davet’; aynı zamanda isimlendirme diyebileceğimiz bir şekilde de geçmektedir. Müşrikler, kendi elleriyle yaptıkları putlarına ilâh demektedirler, onları ilâhımız diye çağırmaktadırlar. Sonra da bu şekilde adlandırdıkları putlarından yardım istemektedirler.

 

“O’ndan başka çağırdıklarınız (dua ettikleriniz) ise size yardıma güç yetiremezler, kendilerine de.” [199]

 

Dikkat edilirse burada ilâh diye çağrılan putlardan bir şey isteme aynı kelime ile ifade edilmektedir. Bu çağrının arkasında bir dua, yani yalvarıp yakarma ve yardım isteme anlayışı yatmaktadır.

 

Biz ‘davet’ kelimesini sözlük anlamıyla, ‘dua’yı ise bir ibadet, bir kulluk eylemi, bir sığınma ve yardım isteği olarak almak istiyoruz. Buna göre çağrı Allah (c.c.)’tan insana doğru olursa ‘davet’,  kuldan Allah (c.c.)’a doğru olursa ‘dua’ dememiz uygun olacaktır.

 

Şöyle de düşünebiliriz: Sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Rabbimiz kendi yarattığı kulundan bir şey istemez, ona muhtaç değildir. Allah (c.c.)’ın insandan bir yardım istemesi, akıl ve din dışıdır. Böyle bir şey düşünülemez bile. Öyleyse Kur’an’da geçen ‘davet’ (Allah’ın duası) kullarını hidayete bir çağrıdır, bir uyarıdır ve kulluk yapmaları için onları bir teşviktir.

 

Yaratılmış, çok sınırlı gücü bulunan ve her zaman başkasına ve başka şeye muhtaç olan, aciz ve zayıf bir kulun Allah’tan (c.c.) bir şey istemesi de elbette diğer insanlardan istemesi gibi olamaz. Onun Allah’tan bir şey istemesi aşağıdan yukarıya doğru, aciz olandan güçlü olana doğru bir yakarıştır. Tazim (yüce sayma) anlayışı, samimiyet ve boynu bükük bir halde olmalıdır. Hatta Rabbin çağrısına uyup da mümin olanlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bile kendi aralarında seslendikleri gibi seslenemezler, O’nu sıradan bir insan gibi çağıramazlar. [200] 

                       

                                              Duanın Önemi

 

Her konuda Rabbine muhtaç, aciz ve güçsüz olan kula düşen görev, güçsüzlüğünü bilerek Rabbine dua etmesi, Rabb’e yakışan da kulunun içten yaptığı duayı dilerse kabul etmesidir.

 

Müminlerin Allah (c.c.)’a dua etmelerini emreden bizzat Rabbimizdir:

“Rabbiniz dedi ki: ‘Bana dua edin, size icabet edeyim (karşılığını vereyim). Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler) boyun bükmüş olarak cehenneme gireceklerdir.” [201]

   

Bazı insanlar Allah (c.c.)’a muhtaç olmadıklarını düşünürler. Onlar kendilerini güçlü sanan kibirli kimselerdir (müstekbirlerdir). Böyle kimseler Allah (c.c.)’a dua etmeyi gereksiz sayarlar, O’na ihtiyaçları olmadığını sanarlar. Elbette bu anlayış çok büyük bir bilgisizliğin sonucudur. Allah (c.c.)’ın Rabbi olduğu evrenin (alemlerin) içinde dünyanın ne kadar bir yeri vardır? Dünyanın içinde ilk insandan son insana kadar geçmiş veya gelecek  insanlar arasında bir insanın varlığı nedir? Âyette, dua ile ibadet kavramlarının beraber anılması da önemlidir. Buna göre dua ibadetin bir parçasıdır ve birbirlerini bütünlerler.

 

Rabbimiz (c.c.) kullarına yakın olduğunu, dua edenlerin dualarına karşılık vereceğini, insanların O’nun çağrısına uymaları gerektiğin haber veriyor. [202]

 

Kur’an’ın birçok âyetinde Peygamberimiz (s.a.v.)’e sorulan sorulara ‘söyle ki, de ki’ sözüyle başlayan cevaplar verilmektedir.

 

Ancak bu âyette, ‘kullarım sana benden sorarlarsa ben onlara yakınım’  buyurmaktadır. Diğer âyetlerde olduğu gibi ‘de ki’ sözü kullanılmamıştır. Buradaki yakınlık ‘dua’ ile açıklanmıştır ki, bu dua’nın arada bir aracı olmaksızın Allah (c.c.)’a yapılması gerektiğine bir işarettir. Dua zamanı, Allah (c.c.) ile kul arasında hiçbir aracı yoktur. Tıpkı ibadette olduğu gibi.

 

Allah (c.c.) kendisine ibadet ve dua eden kullarına yakındır. Bu yakınlık elbette mecazi olup, Allah (c.c.)’ın kulun ibadet ve duasına önem verdiğini, bunları boşa çıkarmayacağını, dua ve ibadette bulunan kulun derecesinin yüksekliğini ifade eder. Allah (c.c), dua eden, kendisinden isteyen, kendisine başvuran, acizliğini, yetmezliğini idrak eden, bağışlanma dileyen kulunu sevmektedir. Çünkü dua etmek, bir anlamda Rabbe itaat ve boyun eğmektir. O’nun yüceliğine iman etmektir, O’nun her şeye gücünün yettiğini itiraf etmektir.

 Kulun bu şekilde davranması iman ve teslimiyettir.

 

Dua etmeyen kullarına karşı Allah (c.c.) şöyle sitem etmektedir:

“De ki: ‘Sizin duanız olmasaydı, Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı) kaçınılmaz olacaktır.” [203]

 

Hak dini yalanlayan kimseler dua etmekten kaçınırlar. Çünkü öyleleri yakaracak, çağıracak başka ilahlar bulurlar. Hallerini onlara arz ederler, yalancı ilahların onların imdadına koşmalarını beklerler. İman edip de Allah (c.c.)’a yakaran kulların dereceleri ise Allah’ın dilediği yere kadar yükselir.

      

Dua eden kulun kalbi Allah (c.c.)’tan başka bir şeyle meşgul olursa, duası  amacına ulaşmaz. Nefsin istekleri, Allah (c.c.)’ın dışındaki sevgiler ve amaçlar, duayı hedefinden uzaklaştırır. Dua’nın ihlas, samimiyet, alçak gönüllü bir halde olması gerekir. Kişi, kendi arzularına esir olduğu müddetçe Allah (c.c.)’a bu anlamda yaklaşamaz, arzular sürekli engel olurlar. Kur’an şöyle emrediyor:

“Rabbinize yalvara yalvara ve içten dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. Düzene konulmasından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesat) çıkarmayın; O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” [204]

 

Bu şekilde yapılan bir dua Allah (c.c.)’a yakınlık aracıdır ve ibadetlerin en üstünüdür. Peygamberimiz (s.a.v.):“Dua ibadetin iliğidir (özüdür)” [205] buyurmuştur.

 

Yine Peygamberimiz (s.a.v.)  “Dua ibadetin kendisidir” diyerek mümin Sûresi’nin 60. âyetini okudu. [206]

 

İslâm’da dua’nın önemine ve ibadet olarak faziletine ait sayısız hadis vardır. Bu hadislerde dua etmenin önemi, ne zaman, nasıl ve hangi yöntemlerle dua edileceği, kimlerin duasının kabul olunacağı, hangi kelimelerle dua etmenin daha iyi olacağı, dua’nın kulun hayatına getireceği şuuru, rahatlığı, dua ile Allah (c.c.)’ın yapacağı bağışları bulabiliriz.

 

                                      Dua Kime Yapılacaktır?

      

 Buna göre ‘dua’ müminler için ibadettir. Allah’ı (c.c.) Rabb bilip O’nun önünde secdeye kapananlar, ihtiyaçlarını Allah (c.c.)’a bildirirler ve O’ndan yardım dilerler. Nitekim Fatiha Sûresi’nde sürekli, ‘(Mü’minler)Yalnız sana sığınırız ve yalnız senden yardım dileriz.’ [207] ifadesini tekrar ederler.

 

Dua etmeyi önemsemeyenler, ibadeti önemsemeyenlerdir. Bu gibi kimselerin müstekbir oldukları yukarıda geçmişti. Ancak kibirliler, yani kendilerini üstün makamda görenler, Allah (c.c.)’tan bir şey istemeye tenezzül etmezler. Böyle bir anlayış şüphesiz sapıklığın ve azgınlığın ta kendisidir.

 

Gerçekte insan güçsüz olduğu için başkasının yardımına muhtaçtır. Sıkıştığı zaman birilerinden yardım ister. Ancak, insanın öyle ihtiyaçları olur ki, başkalarının onu karşılaması mümkün değildir. İşte böyle bir noktada Allah (c.c.)’a inanmayan inkârcılar ve O’na ortak koşan müşrikler bile ortak koştukları tanrılarını bir tarafa atar ve âlemlerin Rabbi Allah (c.c.)’tan yardım isterler.

 

“İnsana bir zarar dokundu mu, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder: zararı üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarar için Bize dua etmemiş gibi döner-gider...” [208]

 

İlk insandan günümüze kadar bütün insanların hayatında ibadet ve dua olayı var olmuştur. Din ve ibadet konularında geçtiği gibi, insan hak veya batıl olsun kesinlikle bir dine inanır. Allah (c.c.)’a inananlar O’nun, Allah’ı unutanlar ise ilah diye inandığı başka bir varlığın önünde ibadet eder, ona sığınır, ondan yardım ister, ya da ondan korkarlar. Dua etmek de bu tapınmanın bir parçasıdır. İster müslüman olsun, ister olmasın; kimileri rahata kavuşunca, kendini güçlü hissedince dua etmekten kaçınır. Bu gibilerin hayatında dua’nın yer almaması, konunun özünü değiştirmez. Onlar da dara düşünce sığınılacak ve yardım istenecek bir dayanak ararlar.

 

İslâm’a göre duanın ibadet olarak ayrı bir yeri vardır. İslâm’a göre dua, bir psikolojik rahatlama aracı değildir. Hele hele bazılarının zannettiği gibi, işleri görünmeyen bir ilâh’a havale etmek hiç değildir. Dua, bir korkunun, bir endişenin sonucunda bir sığınma, o ürpertiden kurtuluş arzusu da sayılamaz. Kimi dinlerde olduğu gibi kızgınlığından ve kötülüğünden kurtulmak üzere ilâhlara el açmak da değildir.

 

Dua bir iman, bir aksiyon, bir çaba ve uyanıştır. Allah (c.c.)’ı ve O’na ait hakimiyeti, ilâhlığı tanıma, itiraf etmedir. Hayatın amacını anlama, yaşayışı programa koyma, ilerisi için hazırlık yapma, Din için çalışmaya (cihada) karar verme, toparlanma ve eksikliklerini gidermedir.

 

Dua, Allah (c.c.)’ın makamından sürekli bir istemedir. Bu isteme mümin için itikat, bir şiar (müslüman olmanın işareti), bir hayat hedefidir. Mümin kimse özlediği İslâmî hayata dua ederek kapı açmaya çalışır. O, Allah (c.c.)’ın bitmez-tükenmez hazinelerini, iyi bir mümin olma uğruna ister, onların yeryüzüne inmesini niyaz eder.

 

Dua mümin için, yüce idealleri, dünya ve içindekilerden daha değerli şeyleri bulabilmenin, onlara ulaşmak için çaba göstermenin aracıdır. İnsanların yaşaması için araç kılınan ‘dünya ve ondan bir şeye sahip olmak’, ileriye gitmek değildir. İnsan için tekamül bunun da ötesinde yüce hedeflerdir.

 

Dua, mümini ayrılığın yalnızlığından kurtarır. Dua, müminin, aşkının, sevgisinin ve saygısının eyleme dönüşmüş şeklidir.

 

Mümin, dua etmeden önce duaya hazırlanır. Yani önce o fiilî duada bulunur. İbadetini noksansız yapmaya çalışır. Varacağı hedef için gerekli çalışmaları yapar. Tehlikelere karşı yeteri kadar önlem alır. Emredileni yapar, yasaklanandan kaçar. Bundan sonra da amelin kabulü için dua eder, gücünü aşan konularda Allah’tan yardım diler, eksiklerini tamamlaması, hatasının affı için Allah’a sığınır, tevbe eder. Allah’a bağlılığını ve sevgisini dua ile ortaya koyar.

 

Duaya hazır olma noktasında Peygamberimiz (s.a.v.)’in uygulamaları en güzel örnektir. O, her konuda yılmadan, usanmadan, kınayanların kınamasından korkmadan ısrarlı bir şekilde çalıştı, mücadele için gerekli olan şartları yerine getirdi. Hatta ayakları şişinceye kadar ibadete gece gündüz devam etti. Rabbinin rızası dışında hiçbir iş yapmamaya özen gösterdi. Peygamberlik görevini hakkıyla yerine getirdi ve sonra da ellerini açıp her an, belki günde yetmiş defa Rabbine dua etti. Dua ile Rabbine halini arz etti.

 

Mümin, her konuda üzerine düşen görevi yaptıktan sonra duaya da başvuracaktır. Kısaca ‘dua etmeye yüzü olacaktır’. Hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, tehlikelere karşı önlem almadan, toplumun ve nefsin ıslahı için bir şey yapmadan, günahlardan korunmadan; ‘Rabbim, şunu yap, bunu ver, istersen affet, düşmanı kahret, ortalığı düzelt, ihtiyaçlarımızı gider’ demek dua değildir. Bu şekilde isteklerde bulunma duanın ihlasıyla bağdaşmaz.

 

                                               Duanın Amacı


 

Müslümanın  duasında kısaca üç önemli amaç olabilir:

1. Günahlarının affını isteme. Mümin, elinden geldiği kadar günahlardan

kaçınır. Ancak yine de hatalı olduğunu düşünerek sürekli affını ister, çaresizliğinden dolayı Allah (c.c.)’tan merhamet talebinde bulunur.

 

2. Ümit ve arzu. Mümin, hakkıyla ibadet edebilme, hidayette olabilme ve

Allah (c.c.)’ın yardımına ulaşabilme arzusu içindedir.

 

3. Allah (c.c.)’tan yardım, izzet, lütuf, rahmet, başarı isteklerinde bulunma. Bütün bu istekleri de gerekli çabayı gösterdikten sonra ortaya koyar. Mümin, emirleri yerine getirir, yasaklardan kaçar, kulluğunu en samimi bir şekilde yapmaya çalışır. Sonra da yukarıda sayılan şeyleri Rabbinden ister. Mağfirete ulaşmayı, cezadan ve gazaptan kurtulmayı, Allah (c.c.)’ın rızasını hak etmeyi arzu eder.

 

Duanın belli bir zamanı yoktur. Ancak hadislerde geçtiği gibi, gecenin son

içte birinde, farz namazların sonunda, savaş esnasında, ezan ile kaamet arasında, yağmur yağarken, secdede iken, seher vakitlerinde [209] Cuma saatinde, oruçlunun orucunu açtığı zamanda, Kurban bayramı arefesinde, Kadir gecesinde yapılacak dualar daha değerlidir ve kabul edilme ihtimalleri daha yüksektir.

 

Kur’an-ı Kerim’deki dua âyetleriyle, Peygamberimizin dualarıyla, ya da İslâm büyüklerinden bize ulaşan (me’sur) dualarla dua etmek mümkün olduğu gibi, kendi dilimizle, içimizden geldiği gibi dua etmemiz de mümkündür. Kendi halimizi ve isteklerimizi en iyi yine kendimiz dile getirebiliriz. Her dilde dua yapılabilir ve duanın Arapça olması da şart değildir.

 

Allah’ın (c.c.) güzel isimleriyle (esmaü’l-hüsna) ile dua etmek Kur’an’ın emridir. [210]

 

Bazı kimselerin duaları hemen kabul edilir. Bunlar; mazlumlar, misafirler ve çocuğuna dua eden babalardır.[211]

 

Aslında müminlerin ihlasla yapacakları bütün dualar kabul edilir. Mümin böyle duaların karşılığının nasıl verildiğini bilemez ama Kur’an dua edenlere Allah (c.c.)’ın karşılık vereceğini müjdeliyor. [212]

 

                                                Duanın Adabı

 

1. Dua etmek için Ramazan, arefe, bayram, Cuma ve özellikle seher vakitleri seçilmelidir. Ezan okunduğu, kamet edildiği, secde aralarında, namazların ardında, cihad ve savaş için saflar oluşturulduğu sıralarda yapılan dualar son derece makbuldür.

 

2. Kıbleye yönelerek dua etmek, dua ederken elleri omuz hizasına kadar kaldırmak.

 

3. Sesi fazla yükseltmeden, açık ile gizli arasında bir sesle dua etmek.

 

4. Dua ederken cümlelerde vezin ve kafiye aramamak, yapmacığa kaçmamak.

 

5. Huzur ve huşu içinde, umarak ve korkarak dua etmek.

 

6. Kabul olacağına inanarak içtenlikle dua etmek.

 

7. Israr ile dua etmek ve duayı üçer kere tekrarlamak.

 

8. Önce Allah (c.c.)’ın adını anarak Allah’a hamd ettikten (hamdele) sonra duaya başlamak. Hz Peygamber (s.a.v.): “Sübhane Rabbiye’l-Aliyyi’l-e’lal-Vehhab” diyerek duaya başlardı.

 

9. Duadan önce, hakkını çiğnemiş, kötülük etmiş olduğu kimselerden helallık almak, herkesin hakkını vermek, günahlara tevbe etmek, ibadet ve güzel işlere yönelmek suretiyle kalbi temizlemeye çalışmak.

 

10. Müslümanlardan intikam alma, onlara zarar verme gibi günah olan şeyleri istememek.

 

11. Allah (c.c)’a dua etmekten bıkmamak, umutsuzluğa düşmemek, dualarım kabul olmadı, dememek ve bir gün kabul edileceğine inanmak.

 

12- Eşine, malına beddua etmekten sakınmak.

      

Son olarak dua hakkında Alexis Carrel’ın dediği gibi diyelim: ‘Dua; yoksulluk ve aşktır.’ Buna; bilgi, hikmet, teslimiyet ve cehd’i de biz ilâve edebiliriz.



[199] A’raf sûresi,  7/197.
[200] Hucûrat sûresi,  49/1-2.
[201] Gafir sûresi,  40/60.
[202] Bakara sûresi,  2/186.
[203] Furkan sûresi,  25/77.
[204] A’raf sûresi,  7/55-56
[205] Tirmizî.
[206] Ebu Davud, Tirmizî, İbn-i Mâce.
[207] Fatiha sûresi,  1/5.
[208] Yunus sûresi,  10/12; Zümer sûresi,  39/49.
[209] Âl-i İmran sûresi,  3/17.
[210] A’raf sûresi,  7/180.
[211] Ebu Davud, İbni Mâce, Tirmizî,
[212] Ğafir sûresi, 40/60.  
 
 BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder