8 Kasım 2016 Salı

FAKR

FAKR 
 
‘Fakr’, fakirlik, insanın ihtiyaç olduğu şeye sahip olmaması, yani yoksulluk demektir. Sözlük anlamı olarak ‘fakir’ omurga kemiği kırık kimse demektir.
 
İhtiyaç duyulmayan şeyin bulunmaması fakirlik sayılmaz. İhtiyaç duyulan şey var ve kişi de onu elde edebilecek güçte ise ona fakir denmez. Böyle olunca, Allah (c.c.)’tan başka bütün varlıkların ‘fakir’ olduğu ortaya çıkar. Çünkü her şeyin varlığı, başkasının varlığına bağlıdır, var olan her şey de varlığını Allah (c.c.)’tan almıştır. Evrendeki herşey, var olmak için Allah (c.c.)’a muhtaçtır. Ama varlığı kendinden olan Allah (c.c.), hiçbir şeye muhtaç değildir.
 
Fakir kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde tekil ve çoğul olarak kullanılmıştır. Bunlardan dördü aşağıdadır:
“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder.” [238]
 
“Andolsun ki Allah, ‘Allah fakirdir, biz zenginiz’ diyenlerin sözünü işitti.” [239]  
 
“Fakir uygun şekilde yesin.” [240]
 
“Ondan yiyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin.” [241]
 
Bu âyetler, Fakr’ın ihtiyaç duyulan malın bulunmaması anlamına geldiğini kanıtlar. Aşağıdaki âyetlerden de fakirlerin birkaç çeşit olduğu anlaşılır:
“Ey insanlar, siz Allah’a fakirler (muhtaçlar)sınız.” [242]
 
Bu âyete göre, zengin-fakir bütün insanlar, fakir (Allah’a muhtaç)’tır.
 
“Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel!, eğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz, bu sizin için daha iyidir ve sizin günahlarınızdan bir kısmını kapatır. Allah yaptıklarınızı duyar.” [243]
 
“(O fey’ malları), şu göçmen fakirlere aittir ki yurtlarından ve mallarından (sürülüp) çıkarılmışlardır; Allah’ın lütuf ve rızasını ararlar.” [244] âyetlerinde anılan fakirler, genel olarak Müslüman fakirlerdir.
 
“Sadakalar (zekâtlar) şu fakirlere mahsustur ki Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip dolaşamazlar. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın. Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler.” [245]
 
“Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (zekat toplayan) memurlara (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[246] âyetlerinde anılan fakirler de seçkin müslüman fakirlerdir.
 
El-Cevzi’ye göre fakirler üç gruptur:
Birinci grup fakirlerin karşısında Allah (c.c.) vardır. Çünkü mutlak zengin O’dur, O’ndan başka herkes fakirdir.
      
İkinci grup fakirlerin karşısında zenginler vardır.
      
Üçüncü grup fakirlerin karşıtı da, Allah (c.c.) yolunda kapatılmayan, engellenmeyen ve fakirliğini gizlemeyen fakirlerdir.
 
Tasavvufçulara göre fakirlik, basit yoksulluktan çok daha derin bir anlam taşır. Gerçi mutasavvıflarca fakr, üçüncü bir tür fukara olan Ashâb-ı Suffe’ye bağlanmak ise de gerçek fakirlik, Allah (c.c.)’tan başka herhangi bir şeye ihtiyaç duyma halinden uzaklaşmak, yalnız Allah (c.c.)’a muhtaç olmaktır ki, fakr’ın esası, hatta kulluğun özü budur. Yahya İbn Muaz: ‘Fakrın hakikati yalnız Allah (c.c.) ile zengin olmak, şekli de sebeplerin (dünya malının) bulunmamasıdır.’ demiştir.   
 
Fakr’ın bu anlamına kanıt olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadisi gösterilir: “Miskin, dolaşıp bir iki lokma bir iki hurma toplayan kimse değildir. Miskin odur ki ihtiyacını giderecek şey bulamaz, insanlardan istemeğe de utanır, durumu da bilinmez ki kendisine sadaka verilsin.” [247]
 
‘İnsanlardan istemekten utanır’ cümlesini, ‘Allah (c.c.)’tan utandığı için insanlardan isteyemez’ şeklinde açıklayan Kuşeyri, şöyle devam ediyor. Fakr, evliyânın şiarı, sofilerin hilyesi (süsü), Allah (c.c.)’ın seçkin kulları müttekilere ve nebiîere uygun gördüğü bir haldir. Fakirler, Allah (c.c.)’ın tertemiz seçkin kulları, yaratıkları arasında sırrına ehil kıldığı kimselerdir. Allah (c.c.), onların yüzü hürmetine yaratıkları bol bol rızıklandırır.
 
Sülemi, Hz. Ömer (r.a.) vasıtasıyla Peygamber (s.a.v)’in şöyle dediğini anlatıyor: “Her şeyin bir anahtarı vardır. Cennetin anahtarı da sabırlı miskinleri, fakirleri sevmektir. Onlar kıyamet gününde Allah’ın yanında oturacak kimselerdir.” [248]
 
Rivayete göre bir adam, İbrahim Ethem’e on bin dirhem vermek istemiş, bunu kabul etmeyen İbrahim: ‘Sen, on bin dirhem ile benim adımın fakirler defterinden silinmesini mi istiyorsun? Bunu yapamam!’ demiştir.
    
Cüneyd’e: ‘Allah (c.c.)’a iftikarın (fakir olmanın) mı, yoksa Allah (c.c.) ile istiğna (zengin olma)’nın mı daha mükemmel olduğu’ soruldu. Şöyle cevap verdi:  ‘Allah (c.c.)’a iftikar doğru olursa Allah (c.c.) ile istiğna da doğru olur. Allah (c.c.) ile doğru istiğna olursa, ğina (zenginlik) tam olur. Onun için hangisi daha tamdır, iftikar mı, istiğna mı? denemez.  Çünkü birbirine bağlı olan bu iki halden biri ancak diğerinin varlığı ile tamamlanır.’[249]   
 
Demek ki gerçek fakr, kişinin nefsi için değil, Allah (c.c.) için olmasıdır. Bunun için de bütün nefis arzularını, hırsını, tamahını atmak, içinde Allah (c.c.) düşüncesinden başka hiçbir şey kalmamak gerekir. Bütün ruhunu Allah sevgisi kapladığı ve Allah (c.c.)’tan başka hiçbir şeye eğilimi kalmadığı zaman insan, gerçek fakirlik derecesine ulaşmış olur.
 
Fakirliğin bu derecesi, servet sahibi olmaya engel değildir. Çünkü önemli olan, malın yokluğu değil, mal sevgisinin ruha yerleşmemesi; malın varlığı ile yokluğunun bir olmasıdır. Bu durumda olan kişiye malın yokluğu zarar vermediği gibi, varlığı da zarar vermez. Allah’ın elçilerinin ve peygamberlerinin çoğu zengin, hattâ devlet başkanı, hükümdar oldukları halde fakirliğin zirvesinde bulunmuşlardır. Örneğin Hz. İbrahim (a.s.) mal ve sürü sahibi; Hz Dâvud (a.s.) ve oğlu, Hz. Süleyman (a.s.) kral idiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de önce fakir iken sonra Hz Hatice (r.a.) ile evlenmekle servete kavuşmuş, Medine’ye hicretten sonra da İslâm Devletinin başkanı olmuştur. Yüce Allah, O’na verdiği bu nimeti hatırlatmak için: “Rabbin seni yetim bulup barındırmadı mı? Şaşkın bulup doğru yola iletmedi mi? Seni yoksul bulup zengin etmedi mi?”[250] buyurmuştur.
 
Peygamber (s.a.v.)’in halifeleri Hz Ebubekir (r.a.) ve Hz Ömer (r.a.)’e, dünyanın her tarafından oluk oluk mal ve para aktığı halde fakirlikten çıkmamışlar; malı kendi keyif ve hevesleri için değil, Allah (c.c.) rızası için kullanmışlardır. Onların fakirlikleri servet içinde olmuştur.
 
Çünkü gerçek fakirlik, daima Allah’a muhtaç olduğunu, varlığı dahil her şeyinin gerçekte kendisinin değil, Allah’ın olduğunu bilmektir. Kulun gerçek sıfatı fakr’dır. Asıl varlığı başkasına bağlı ve dayalı olan, nasıl zengin olabilir?
 
Fakr’ın özü, dünya sevgisini içinden çıkarmak, malı kendisine mal etmemek; herşeyi laf ile değil, fakat gerçek anlamda Allah (c.c.)’ın; verenin ve alanın Allah (c.c.) olduğunu bilmek; O’nun lütfundan da kahrından da memnun olmak; dünyanın gitmesine üzülmemek, gelmesine de sevinmemek; kalbi dünya ile meşgul edip Allah (c.c.)’ı anmaktan alıkoymamak; Allah (c.c.)’tan başka hiçbir şeye; ne mala, ne mevkiye, ne dünya adamlarının desteğine ve ne de bir dünya varlığına ihtiyaç duymamaktır. Böyle insana malın varlığı zarar vermez. Allah (c.c.) böyle kullarına malını ve ziynetini yasaklamamış, aksine, âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de asıl böyle kulları için yaratmıştır: “De ki: Allah’ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti? De ki: o, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır.” [251]buyurmuştur.
 
Mal sahibi olmakta olgunluk, kulun gözünde mal ile suyun bir olmasıdır. Kıyı kenarında, yanıbaşında suyun çok olması sana zarar vermeyeceği gibi ihtiyaç miktarından aşağı düşmemek kaydıyla az olması da zarar vermez. Mal da öyledir. Kalbin mal sevgisi ve nefretiyle meşgul değilse malın çok olmasının zararı yoktur. Böyle kimse müstağnidir, onun Allah (c.c.)’tan başka bir şeye ihtiyacı yoktur. Buna fakir denmesi, sözlük anlamı bakımından değil, başka bir anlamdan dolayıdır. Buradaki fakr, bu insanın, her işinde Allah (c.c.)’a muhtaç olduğunu, O’ndan başkasına muhtaç olmadığını bilmesidir.
   
O halde kul, malını yoksullara dağıtarak, ya da malı azaldığı, zarar gördüğü zaman kendisini denesin. Kalbinde mal hasreti görüyorsa, aldandığını anlasın. Nice insanlar vardır ki, kendisini maldan müstağni zanneder ama, mal elden çıktığı zaman içindeki mal sevgisi ortaya çıkar ve yüreğini yakar. [252]
 
Zengine zengin olduğu için saygı gösteren müslümanın imanından çok şey kaybedeceğini söyleyen, zenginleri ölü, meclislerini de ölüler meclisi sayan tasavvufçular, zenginliği öven hadisleri de gönül zenginliği olarak anlamışlardır. [253]
 
İhtiyacı karşılayacak ölçüde mal olması, hiç olmamasından iyidir. Çünkü aç insan, marifet yoluna değil ölüm yoluna gider. Ancak tehlikenin büyüklüğü açısından fakir, zengine göre tehlikeden daha uzaktır. Çünkü bolluktaki fitne, darlıktakinden fazladır. Bundan dolayı sahabe, ‘darlık fitnesiyle sınandık, sabrettik. Bolluk fitnesiyle sınandık, sabredemedik.’ demişlerdir.


[238] Bakara sûresi,  2/268.
[239] Âl-i İmran sûresi,  3/181.
[240] Nisâ sûresi,  4/5.
[241] Hac sûresi,  22/28.
[242] Fâtır sûresi,  35/15.
[243] Bakara sûresi,  2/271.
[244] Haşr sûresi,  59/8.
[245] Bakara sûresi,  2/273.
[246] Tevbe sûresi,  9/60.
[247] Buhâri, Nesâi, Müsned.
[248] Feyzü’l-Kadir.
[249] Kuşeyri Risâlesi, S. Uludağ.
[250] Duha sûresi,  93/6-8.
[251] A’raf sûresi,  7/32.
[252] İhya, Gazali.
[253] Kuşeyrî Risalesi, Kuşeyrî.

BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=569

--
.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder