13 Kasım 2016 Pazar

FEDAKÂRLIK

FEDAKÂRLIK
 

‘Fedakârlık’, insanın hukuken yapmak zorunda olmadığı, ancak yaptığı takdirde diğer insanlara ve topluma yararlı olacağı güzel davranışlara denir.

 

Müminler, fedakâr (özveri sahibi) insanlardır. Meşru olan her şeyi diğer kardeşleriyle paylaşmasını bilir, dostuna gelebilecek bir zarar için kendisini öne atabilir, gerekirse o zararın karşısındakine değil de şahsına gelmesini isterler. Nefisleri için arzu edip istedikleri güzellikleri, kardeşleri için de isterler.

 

Müslüman, kardeşleriyle dayanışma içinde olmalıdır. Bir görev olduğunda hemen atılmalı, o göreve talip olmalı, yapabileceği bir görev ise, asla başkalarına verilmesini beklememelidir. Zor işleri atlatarak kolay ve basit olanını seçmemeli, olgun bir tavır geliştirmelidir.

 

Her hangi bir konuda bir görev ve sorumluluk verildiğinde daha nitelikli bir arkadaşı var ise onu tercih etmeli,  bu benim dostumdur, verilen sorumluluğu yüklenip taşıyabilecek güçtedir ve benden çok daha layıktır, diyebilmelidir. Evet mümin bu olgunluğu gösterecek kadar fedakârlık ruhunu taşımalıdır.

 

Bir çok insan vardır ki, karşılıksız iyilikte bulunmayı sevmez, buna hiç dayanamaz. Hatta fedakâr, iyiliksever insanların bu tavrını anlamadığı gibi böyle davrananları ‘saf’lıkla da aşağılar. İşte bunlar, gerçek insanlık ve eşdeğeri olan İslâmlıktan haberi olmayanlardır. Kur’an-ı Kerim’in 

 

“...Onların kalplerinde hastalık vardır...” dediği hastalığın bir türüne yakalanmışlar demektir. Ancak bu, tıbbî müdahele ile tedavi olunamayacak bir hastalıktır.

 

Bu özellikteki insanlardan oluşan bir toplum artık ölü demektir. Bu insanların insanlığa hizmeti olabilir mi? Hatta kendileri için bile doğruyu tespit etmede başarılı olamazlar. Çünkü bunların ilişkileri, kısa süreli geçici yararlara dayalıdır. Küçük bir çıkar için koca yığınları kurban ederler.

 

O halde Müslümanlar olarak nefsimizi zorluklara alıştırmalı ve tahammül etmesini öğrenmeliyiz. Hoşlanmayacağımız bir tavırla karşılaştığımızda, yine de iyilikle karşılık vermeliyiz. Bu aslında insana bir şey kaybettirmez, aksine çok şey kazandırır. Vefalı olmaya özen göstermeli, dostlarımızın iyiliği için yığınla külfete katlanmamız gerekiyorsa, gözümüzü kırpmadan gerekli fedakârlığı yapmalıyız. Yapacağımız iyilikleri yalnızca Allah (c.c.) için yapalım ki, muhatabımızı töhmet altında bırakmayalım. Yardım etmeyi adeta bir vicdan zevki haline getirmeli, gönlümüzün derinliklerinde bu zevki hissedelim.

  

Allah Teala’nın bu konuda verdiği örneklerden biri, Mekke’den Medine’ye Hicret eden müminleri ağırlayan Medineli müminlerdir. Onların bu güzel ahlâkları Kurân’da şöyle bildirilmiştir; “Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç arzusu duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile kardeşlerini öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunmuşsa, işte onlar felah (kurtuluş) bulanlardır.” [258]

 

Bu ayette hem Mekkeli muhacirler, hem de Medineli (Ensar) Müslümanların güzel ahlâklarından söz edilmektedir. Mekkeli müminler, mallarını, akrabalarını, eşyalarını, evlerini, bağlarını, bahçelerini, işlerini, geride bırakarak, Allah (c.c.)’ın dinini yaşayabilmek için yurtlarından çıkmış, Medine’ye hicret etmişlerdir. Yani ‘Muhacir’ olmuşlar, Allah (c.c.)’ın rızasını kazanabilmek için sahip oldukları her şeyi geride bırakmayı göze almışlardır. Bu, çok üstün bir ahlâkın göstergesidir ve onların, kendilerine Allah (c.c.)’ı vekil edinmiş güvenilir insanlar olduklarının bir ifadesidir. Bu güzel ahlâkları, diğer müminlerin onlara derin bir sevgi, saygı ve merhamet duymalarına neden olmuştur.

 

Nitekim, Medineli müminler (Ensar), Mekke’den gelen bu güvenilir ve sadık mümin kardeşlerini en güzel şekilde karşılamış ve en güzel şekilde ağırlamışlardır. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeksizin mümin kardeşlerine ikram etmişler, en güzel yiyecek, giyecek ve evlerini onlar için ayırmışlar, onlara en rahat edecekleri barınakları sağlamışlardır. Bu fedakârlıkları ise, Allah (c.c.)’a ve müminlere olan güçlü ve içtenlikli sevgilerinden kaynaklanmaktadır. Bu güzel ahlâkları, onlara karşı da sevgi duyulmasına neden olmaktadır. Allah (c.c.) onları da Kur’an’da sevgi ve övgüyle anmış, onbeş asırdan beri Müslümanlar da onlara sevgi beslemektedirler.

 

Müminlerin fedakârlıklarının bir başka örneği Kur’an’da şöyle anlatılıyor:

“Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve tutsağa yedirirler. Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz’den korkuyoruz.” [259] derler.

 

İslâm tarihi, savaş veya barış zamanlarında müslümanların diğer müslüman kardeşlerine yaptıkları olağanüstü fedakârlık örnekleriyle doludur.

 

Bu yüceliğe erenlere, fedakâr yiğitlere, hülâsa İslâmlığa insanlığın, ne kadar muhtaç olduğunu görerek hem kendimize ve hem de bütün bir insanlığa hizmet için bu yüce fedakârlık ruhunu oluşturmaya çalışmalıyız. [260]

 

Allah (c.c.)’a ve ahiret gününe inanmayan kimi insanlar, dünya hayatını bir mücadele yeri olarak algılarlar. Bu insanların görüşüne göre, her insan hayatta kalabilmek için savaş vermeli ve bu savaşta güçlü olanlar güçsüz olanları ezerek hayatlarına devam etmelidirler. Tümüyle sapık bir inancın ürünü olan bu görüş, insanların güzel ahlâktan tamamen uzaklaşmalarına ve yalnızca kendi çıkarlarını korumaya dayalı kötü bir ahlâk anlayışı geliştirmelerine neden olur. Bu bakış açısının etkili olduğu bir toplumda, zor duruma düşmeyi göze alarak güçsüze yardım etmek, bir başkası için fedakârlıkta bulunmak veya bir başkasının sağlığını, mutluluğunu, rahatını kendinden önde tutmak gibi güzel ahlâk özellikleri, gereksiz meziyetler olarak görülür. Dolayısıyla, herhangi bir karşılık elde etmediği sürece hiç kimse birbiri için fedakârlıkta bulunmaz.

 

İslâm ahlâkının yaşanmadığı toplumlarda, insanlar arasında bu bakış açısına sıklıkla rastlanabilir. Böyle bir anlayışa sahip olan insanların ise, birbirlerine gerçek anlamda bir sevgi duymaları mümkün olmaz. Çünkü insan, kendi rahatını herkesten daha önde tutan bencil bir kişiye karşı kalbinde gerçek ve samimi bir sevgi duyamaz. Karşısındaki insanda tek bir konuda bile bencilliğe rastlaması, ruhunda ona karşı duyduğu sevgiyi olumsuz yönde etkiler.Örneğin bir insanın yalnızca kendi rahatını düşünmesi, güzel bir yemeği, rahat bir ortamı kendisi için saklayıp, çevresindeki kişileri düşünmemesi bile o kişiye karşı duyulan sevgi ve saygıyı zedeler.

 

Cahiliye ahlâkını yaşayan kimi insanlar, en yakın dostlarına bile, fedakârlıkta bulunmalarını gerektirecek herhangi bir iş teklif edemezler. Söz gelişi, çocuğu hastalanan birisi, iş arkadaşlarından kendisinin yerine işlerini yapmalarını isteyemez. Anne ve babaya yardım etmek bile kimi zaman çocuklar arasında sorun olabilir; hatta bu yüzden kırgınlıklar bile yaşanır. Oysa sorulduğunda herkes anne ve babasını çok sevdiğini söyler. Ama, fedakârlık gerekince, eğer ciddi bir çıkarları yoksa, kimi insanlar bundan bile kaçınırlar. Oysa gerçekten seven insan sevdiği için her türlü fedakârlığı yapar ve bundan dolayı hiçbir zaman yakınmaz, bıkkınlık duymaz. [261]

 



[258] Haşr sûresi,  59/9. 
[259] İnsan sûresi,  76/8-10. 
[260] Ahlâk Bilinci, H. Caneri. 
[261] Allah Sevgisi, Harun Yahya.
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=571

--

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder