13 Eylül 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Cennete giden yol...

Hekimoğlu İsmail - Cennete giden yol...


Hekimoğlu İsmail
 

Cennete giden yol...

 
 
“Allah’a giden yollar, canlıların aldığı nefesler adedincedir.” denilmiş. Dünyanın her yerinden cennete giden yollar vardır. Bazen gülümsemek bir yoldur bazen de gülümsetmek yahut hüzünlü birinin derdine ortak olmak veyahut nefs-i emmaremizi  Allah için terbiye etmek bir yoldur. Allah’ın yarattıklarını temaşa etmek de başka bir yol.
 
 
Köye doğru yol alıyorum. Asfalt boyunca ağaçlar dizilmiş sıra sıra. Yüz sene evvel dikilen ağaçlar tünel durumuna gelmiş. Allah, ağaçlardan tünel yapmış, hayran oluyorum.
 
 
Koskoca dağların yamacında yol alıyor arabamız. Dağların eteklerinde şehirler kurulur. Dağlardan akan sular şehri besler. İnsanlar şehirleri kirletir, Allah temizler. Dağlar tarak gibidir. Üzerlerinde devamlı temiz hava vardır. Rüzgâr şehirlerin kirli havasını alıp dağlarda tarar, temiz havayı yine şehre götürür.
 
 
Bir su başında mola veriyoruz. Şişe suyunu bıraktık, çeşmeden su içiyoruz.  Yamacında bulunduğumuz dağların üzeri karla kaplı. Ağustos ayında bu karlar erir, ovaların imdadına yetişir.
 
Nehirlerin bütünü ya yüksek yerlerden veya dağlardan çıkar. Ovaları sulayarak gider. Hiçbir pompa o nehirleri, dağların üzerine basamaz.
 
 
Köye geldik. Bahçede yine ağaçlar karşıladı bizi. Görüntülerine baktım; söğüdün tertibiyle kavağınki birbirinden çok farklı. Sinekle kuş, farklı. Arıyla böcek birbirinden farklı. Karaağaç kahraman gibi karşıma dikilmiş, “Beni kesin, meyve ağaçlarına ilişmeyin” diyor. Asmalarda tulumba tatlısı gibi üzümler.
 
 
Kuş, bahçede dolaşıyor, yiyecek arıyor, uçup gidiyor. İnsan kuş gibi olmamalı. Ağacın odundan gövdesine bakmalı. Soba borusu gibi kalın olan bu odun, muazzam bir fabrika. Köklerden ve güneşten gelen gıdasını yiyor, bize ne güzel meyveler veriyor. Allah’ın Rezzak sıfatını anlamalı. Ben de bahçede dolaştım, vişne ağacının önünde durdum. Çekirdekteki ağacı görüp ‘sübhanallah’ diyorum.  Allah, bir çekirdeğe kocaman ağacı yerleştirmiş, dallarına ne güzel küpeler asmış. İncir çekirdeğinde incir ağacı...
 
 
Kedi yavrulamış; yavruların gözlerine baktım, pergelle çizilmiş sanki. Kürk giydirilmiş, harika. Anne kedi hiç kimseyi yaklaştırmıyor, emziriyor. Kedi yavrusuna sahip çıkıyor, arı kovanına sahip çıkıyor,
 
Allah da kullarına İslamiyet’le  sahip çıkıyor. İslam’dan uzaklaşan haram bataklığına düşüyor.
Temaşa ediyorum… Denizler, ağaçlar, dağlar, dereler, insanlar, hayvanlar, çimenler, çiçekler, Allah’ı anlatıyor. Toprak gibi bir şeyden her şeyi yaratan Allah, çiçeklerden, çayırdan bir halıyı ayaklarımızın altına sermiş.
 
 
Ördek yavruları suya atıyor kendilerini, tavuk gizli bir köşede yumurtladıktan sonra ilan ediyor, gelin alın yumurtamı diye. Hayvanlar, bir başka âlemde eğitim görüp dünyaya gelmişler. Sevk-i İlahi’ye tabiler. Vazifelerini yapıyorlar, karınlarını doyuruyorlar, ertesi günü düşünmek gibi bir dertleri yok. Hallerinden memnunlar yani. Hayvanlar dertsiz,  insanlar dertli.
 
 
Yeryüzü bir orkestra-i ilahi... Dinle, ruhun canlansın... Ayağa kalk, içinden bağır: “Allah’ım ben dinim için ne yapabilirim?” Hatırla ki, daima yabancıların yazdıklarını okudun. “Volter demiş ki, Aristo demiş ki...” Başını iki elinin arasına al ve sor, “Allah ne demiş? Bu uzun seyahatin sebebi nedir?” Seher vakti sesleri dinledim. Her canlı kendi sesiyle konuşuyor, hiçbirinin sesi diğerine karışmıyor. Çünkü, o orkestrayı Allah kurmuştur.
 
 
Koyunlar süt fabrikası, tavuklar yumurta fabrikası, ağaçlar meyve fabrikası. Her şey nizam içinde. İnsanın da nizamı İslamiyet. Bu muhteşem âlem sarayını temaşa ve tefekkür etmekle, İslamiyet’i nasıl yaşamam gerektiğini, vazifelerimi daha güzel idrak ettim. Bülbül adeta şakıyor:
 
Seyre daldık gonca-ı handanı bir ömür böyle bitti…
Seyre daldım ilahi sanatı, bir tatil böyle bitti.
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder