14 Mayıs 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Musîbete Uğrayan Kimse

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Musîbete Uğrayan Kimse

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm


Musîbete Uğrayan Kimse

İkinci hadis-i şerif, açtığımız sayfadaki hadis-i şeriflerden.


RE. 380/6 (Mâ minimriin müslimin tusîbühû müsîbetün tuhzinühû feyerciu illâ kàlellàhu azze ve celle limelâiketihî: Evca'tü kalbe abdî fesabera vahtesebe, ic'alû sevâbehû minhel-cennete ve mâ zekera musîbetehû feraccea illâ ceddedallàhu ecrehâ.)

Bu hadis-i şerif de bir başka hususta bize faydalı bir şeyi, söylememiz gereken bir sözü hatırlatıyor. Diyor ki Peygamber Efendimiz:

(Mâ minimriin müslimin tusîbühû müsîbetün) "Musîbete mâruz kalmış hiçbir müslüman kul yoktur ki, (tuhzinühû) musîbet onu üzmüş, mahzun etmiş... Kendisini mahzun eden bir musîbete mâruz kalmış hiçbir müslüman kul yoktur ki, (feyerciu) diyor ki: "Ne yapalım, Allah'tan geldi. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin. Biz Allah'ın kullarıyız, ona döneceğiz. Bu Allah'ın kaderi..." diyor. Bu mânâya gelen bir kelime.

İstercia, "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin" demek. (Yerciu) veyahut (yürciu) "Allah'tan geldiğini düşünüyor ve bunu ifade eden Arapça sözü söylüyor." Yâni, musîbete uğramış kişi "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin" diyor. Ne olur?.. (Kàlellàhu azze ve celle limelâiketihî) "Pek aziz olan, çok celil olan Cenâb-ı Hak, Allah-u Teàlâ buyurur ki meleklerine: (Evca'tü kalbe abdî) 'Ben kulumun gönlünü acıttım. Yâni musîbeti ben gönderdim ona.'

Musîbet tabii tatlı bir şey değil, acı bir şey, üzücü bir şey... İnsanın gönlünü perişan ediyor, gözünü yaşlara boğuyor. Saç baş yoldurtuyor, diz döğdürtüyor. Tabii, bunları tabir olarak söylüyoruz ama, İslâm'da saç baş yolmak, diz döğmek yok. Sabırla karşılamak var.

İnsan üzülüyor tabii, malına bir noksanlık gelse, vücuduna, bedenine bir hastalık gelse, çoluk çocuğuna, eşine akrabasına bir musîbet gelse, hemen telefona sarılıyor: Eyvâh, aman, bilmem ne... Bir telâş, bir hüzün, bir üzüntü...

Karşısına arkadaşı bir gelip,
"--Ne var yâ, seni bugün çok üzüntülü gördüm?" diye sorsa;
"--Sorma işte, başıma şu musîbet geldi." diyor.

Bunun Allah'tan geldiğini bilip de, kendisini üzen bu olayın karşısında iyi kulluğunu koruyabilen bir kimse için, aziz ve celîl olan Allah-u Teàlâ Hazretleri der ki: "Ben kulumun gönlünü acıttım, içini yaktım ama, (fesabera) o sabretti; (vahtesebe) ecrini sevabını da benden bekledi."

Tabii, bir mü'min bir musîbete niye bir inançsız gibi, bir kâfir gibi feryad figan etmiyor. Çünkü Allah'tan geldiğini biliyor. Sabredince Allah'ın mükâfât vereceğini, sevap vereceğini biliyor. Onun için sevabı bekliyor, dişini sıkıyor. Halbuki başka insanlar böyle yapmıyorlar.

(Men âmene bil-kader, ve emine minel-keder.) "Kadere inanan insan kederden uzak oluyor." En çok intihar olayları inanmayanlar arasında oluyor. Müslüman ülkelerde halkın inancı kuvvetli olduğu için, intihar olaylarına çok az rastlanıyor. Hattâ bunun için incelemeğe yapmağa gelmişler ülkemize, İsveç'ten.

"--Biz halkımıza her türlü rahatı, konforu hazırlıyoruz. Sosyal devlet olarak çalışıyoruz, çabalıyoruz. İntihar olayları dünyada en çok bizim ülkemizde görülüyor. Sizin ülkenizde sıkıntılar var, yol yok, su yok, ilaç yok, doktor yok, maaş yok, iş yok... Halk daha sıkıntıda... Fakat burda intihar olayları çok az. Bunu rakamlar gösteriyor. Bu neden?" diye tedkike geliyorlar.

Neden olacak? İslâm'dan dolayı, imandan dolayı mü'min sabrediyor. Mü'min biliyor ki sabrıh çok büyük mükâfâtı var; sabrediyor ve sevabını Allah'tan bekliyor. Hattâ dinin, yâni dindarlığın, sevap kazanmanın yarısı şükürdür, yarısı da sabırdır. Nimetlere şükredersin, mihnetlere de sabredersin. Tamam, dini bütün bir müslüman olarak yaşayıp Allah'ın lütfuna erersin.

(Vahtesebe) "Sevabını benden bekledi bu kulum. (İc'alû sevâbehû minhel-cenneh) Bu musîbetten dolayı onun sevabını cennet yapın ey meleklerim! Yâni kul cennetlik olsun, emrediyorum onu cennetlik eyleyin, cennete sokun!" der Cenâb-ı Hak.

Evet, musîbet gelmeseydi iyi olurdu ama, sonuç da güzel oluyor. Sonunda, sabreden kul cennete giriyor.

(Ve mâ zekera musîbetehû feraccea illâ ceddedallàhu ecrehâ.) "Hattâ, o musîbet geçse, aradan yıllar geçse, o musîbeti tekrar hatırlasa, biraz üzülüp de 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râcin' diye tekrar istircâ eylese, 'Ne yapalım, biz Allah'ın kullarıyız, olur böyle şeyler, kaderin cilvesidir.' diye tekrar söylese, Allah onun ecrini tekrar bir kere daha verir. Yâni musîbeti hatırlayıp Allah'a bağlayınca işi, Allah sevabını, mükâfâtını bir daha veriyor, bir daha veriyor... "Bir defa verdim, artık yeter!" demiyor, her seferinde sevabını Cenâb-ı Hak tazeliyor.

O halde, musîbetlere sabredelim, musîbetlerin karşısında, bunun Allah'tan geldiğini bilelim!..

İki sebepten gelebilir. Allah'tan kula musibetin gelmesinin iki sebebi vardır:

1. İmtihanı kazansın, derecesi artsın, mükâfâtı çok olsun diye. Onun için peygamberlere ve evliyâullaha musîbetler çok gelmiştir. Eyyûb AS'ın biliyorsunuz ne kadar uzun hastalığı olmuş, ne kadar sıkıntılar çekmiş. Tarihe geçmiş olan bir olay. Peygamber, Allah'ın sevdiği bir kul, ama öyle sıkıntıları çekmiş.

Demek ki, sevap kazansınlar diye Cenâb-ı Hak dünyada, sevgili kullarını böyle imtihan ediyor. Onların da hàlisliklerinden, muhlisliklerinden dolayı imtihanı başarmalarının karşılığında, onlara çok büyük ecirler sevaplar veriyor. bir sebep budur.

2. Kul bir kabahat işlemiştir, bir suç işlemiştir. Yapmaması lâzımdı. Onun için Allah bir ceza vermiştir. O ceza o suçuna dünyada bir karşılık olur, keffaret olur. Ahirette kurtulur hiç olmazsa. O bakımdan insan, "Bu belâ benim başıma sıkıntı neden geldi?" diye düşünmeli, sebebini bulmağa çalışmalı!

Bazen anlayabilir kendisi de, "Hà, ben böyle yaptım, şöyle söyledim; bak ondan dolayı Cenâb-ı Hak bana bunu verdi. Bir daha öyle kabahat, yanlışlık yapmayayım. Bak edince, ettiğini insan buluyor. Yanlış iş yapınca da, böyle ceza geliyor. Bundan sonra böyle yapmayayım!" diye hatasını anlar insan.

Bu iyi bir şey, insanın hatasını anlaması güzel bir şey. Hatası görünmüyorsa, "Belkim hatam vardır ama ben anlayamadım. Belki Cenâb-ı Hak fazla sevap vermek için, imtihan için böyle yapıyor." deyip, o belâya sabredip, ecrini sevabını Allah'tan beklemeli!

Şu fikir yanlış:
"--Allah'ın sevgili, mübarek kulları balla kaymakla rahat yaşayacaklar; Allah'ın kötü kulları da çok sıkıntı çekecekler..."

Hayır, dünyada böyle değil! Dünyada aksine Firavunlar, Karunlar, zalimler, cebbârlar, arsızlar, yüzsüzler muhakkak bir iyi yaşam sürüyorlar. Ama bu bir şey değil; çünkü dünya hayatı ahiret hayatının yanında sıfırdır, kıymetli değildir, önemli değildir, çok değildir, azdır, önemi yoktur.

Cenâb-ı Hakk'ın yanında dünya, bir sineğin kanadı kadar değer ifade etmediğinden böyle şeyler oluyor. Onlar onu kâr sanıyor ama, bir göz yumup açıncaya kadar geçen dünya hayatından sonra, ebedî azaba uğrayacaklar. O çok fenâ bir şey, onu anlayamıyorlar.

Cenâb-ı Hak peygamberlerle, indirdiği kitaplarla bunun böyle olduğunu bildiriyor ama, insanların anlayanları var, anlamayanları var; uygun hareket edenleri var, yanlış hareket edenleri var...

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizim basîretimizi açsın... Kur'an'a göre, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerine göre gerçekleri, ilâhî adetullahı, imtihanları anlayıp, ona göre hareket etmeye muvaffak eylesin... İmtihanları kazanmayı nasîb eylesin cümlemize...
HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder